“O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda, yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiçkimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varamadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti.”
“…birkaç adım yürüyen onlarca nöbetçi görünüyordu. Bir sarkacın hareketi gibi sonsuz izlenimi veren bu yalnızlığın büyüsünü bozmaksızın zamanın akışını parçalara bölüyorlardı.”
“…demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu.”
“En azından öylece aklıma geliverdiğinde böyle düşünüyorum. Ne var ki, kırıldığım zamanlarda, o dönemlerde yaşadığım kırgınlıklar canlanıyor yeniden; kendimi suçlu hissettiğimde, o dönemlerdeki suçluluk hislerim canlanıyor ve şu andaki özlemimde, şimdiki sıla hasretimde, o zamanların özlemini ve sıla hasretini duyumsuyorum. Hayatlarımızın katmanları öylesine üst üste yığılmış ki, sonradan yaşadıklarımızda eskilerle karşılaşıyoruz durmadan: halleşip bir kenara bıraktığımız yaşantılar olarak değil, güncel ve canlı deneyimler olarak.”