"Şu an, şu dünyada nefes alan canlılar içinde en sevdiğim varlığın kalbi o kadar kırık ki... Hiçbir suçu yokken öyle kırmışlar, öyle üzmüşler, öyle yaralamışlar ki onu... Asla ama asla masum bir kadının kalbini dahi kırmam. Bırak canını yakmayı..."
Buz gibiydi her zaman, her zerresine kadar. Tek bir cümlesi ile beni yıkar, harabelerimde dans ederdi acımadan. Tek bir bakışı ile öldürür, ayağıyla eşelediği küçük çukura gömerdi beni. Rüzgârlarında savurur, duvarlarından duvarına çarpardı. Zaman zaman yanındayken bile, kendinden mahrum bırakırdı beni. Güneş pek vurmazdı benim kıyıma. Ama... Arada öyle şeyler söylerdi ki bana, damardan yüksek doz verilmiş mutluluk uyuştururdu tüm hücrelerimi.
Kırk farklı hayat yaşasam, kırk farklı mutluluk tatsam o bir cümlenin verdiği mutluluğu veremeyecekti hiçbir şey. Emindim.
Çünkü dilekler, aptal dilek ağaçlarında durarak gerçekleşmezler. Gidip o dileklerin peşinden koşmak gerekir. Ya da onlarla koşmak... İlk gün, seninle koştuğumuz gibi."
İlk defa küçük bir hüzün parçası olmadan içimde salt mutlulukla hıçkıra hıçkıra ağladım. Özgür, ellerimle gizlediğim ağlayan yüzümü göğsüne bastırdı. İlk defa mutluluktan ağlayan birine ağlama demeye onunda gönlü razı olmamıştı sanki.