Kitap, abi ve küçük kız kardeşten sonra engelli olarak doğan üçüncü çocuk ile aile bireylerinin hikayesini anlatıyor. Anlatıcı olarak abi, kız kardeş ve sonuncu olarak üç kişi seçilmiş. Yer olarak Güney Fransa’da, dağlık bir bölgede ( yedikleri Pélardon peyniri, Güney Fransa’daki Languedoc-Roussillon bölgesinin Cévennes serisinden, keçi sütü ile yapılıyormuş) geçiyor. İsimler yerine anne, baba, küçük kız kardeş, abi ve anneanne geçiyor çünkü çoğunda olayları bize ‘’taşlar’’ anlatıyor. Engelli kardeşe aşırı tutkun abi, abi ve ailenin diğerlerinin ilgisinin azalması ile mutsuz ve isyankar kız kardeş, kız kardeşin büyüdükçe olgunluğa erişmesi, davranışlarının değişimi güzel bir şekilde aktarılmış. İlk sayfalarda bu çocuğun anne-babası yok mu? Niye abisi ilgileniyor? diye düşündükten sonra ilerledikçe anne, babasını ve sonuncuyu da tanıyoruz. Anlatım dili oldukça güzeldi.
‘’..taşlar kutsal yadigarlardır. Sf 97.’’
‘’Taşların Anlattığı’’, John Steinbeck’in ‘’Bilinmeyen Bir Tanrı’ya’’ eserini anımsattı bana. İçinde Pagan inancına ait ritüeller içeren bir eserdi o da. Taşlar, Paganlar için bir nevi kaset görevi görüyor. Bir nesneye dokunarak, geçmişte o nesneye dokunmuş kişi ya da kişiler hakkında bilgi edinebilme olanağına sahip olunduğuna inanıyorlar. Acaba yazar da bunları düşünüp mü yazdı bilemiyorum.
...meyve kasalarından ve köpükten yatağı, babasının sadece oğluna ait küçük bir köşe yaratmak için gösterdiği çabayı hatırlıyor. Bu çabalar buzdolabında havyar bırakan, ama ortalarda olmayan bir babadan daha kıymetli.
Eğer bir çocuk hastaysa, bir gözün daima diğer çocukların üzerinde olması gerekir. Zira sağlıklı olanlar patırtı çıkarmaz, onlara sunulan hayatın kesik köşelerine uyum sağlarlar..