Uzak ülkelerdeki kahve plantasyonlarında yakıcı güneş altında binlerce yari çıplak insan milyarlarca kahve çekirdeği elde etmek için çalışıyor, çaballyor.
Sonra elde edilen bu kahve gemilere yükleniyor.
Gemiler binlerce fersah mesafeyi aşıyor.
Sonra kahve çuvalları Konstantinopolis"te karaya çıkarılıyor.
Sonra kahve öğütülüyor.
Sonra kavruluyor.
Sonra kahvehanelere getiriliyor.
Pişiriliyor ve sadece bir fincan kahve eşliğinde iş konuşabilen konuklara servis ediliyor.
Sonra bu işlerden hiçbir halt çıkmıyor.
Yorgun ve buğulu gözler, Tanrı’nın üstümüze öttüğü karanlık perdenin ardını seçmeye uğraşıyordu. Bu nasıl bir karanlıktı?
Şafaktan önceki mi? Yoksa gecenin, yalnızlığın ve umutsuzluğun habercisi olan akşam karanlığı mı?