Cumhuriyeti kuran neslin; II. Abdülhamid’in modern okullarında gördüğü tahsili, 1908’den sonra Türk siyasetini tamamen tahakküm altına almış komitacı ittihatçılık ruhunu, genç Osmanlılardan bu yana gelen anayasa ve Meşrutiyet sevdasını, Cihan Harbi’nin yarattığı iktisadi, sosyal ve psikolojik yıkımı analiz etmeden ne Mustafa Kemal’i ne kurtuluş Savaşı’nı ne de inkilapları anlamak mümkündür.
Bizi öldürmedikçe ve bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız yenilikçi inkilap bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır!
Enver büyük planlardan, büyük fikirlerden çabuk umutlanır, canlanırdı. Mustafa Kemal realistti. Parlak projeler, göz kamaştırıcı her şey onda bir güvensizlik yaratırdı.
Mustafa Kemal, büyük işler görmek isteyen insanlar için sabırlı olmak, boşuna olayları zorlamak, fırsat kollamak gerektiğini bilirdi. Bu gibi insanlar telaş ve acele ile çıkmazlara saplanmamalıdırlar.
Reisicumhur dostlarıyla yemeğe oturmuştu… Haberi işitince “Çok namuslu bir adam öldü” dedi… “İsteseydi Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki…”
Kibir sahibi olduğu ve en doğru kararı kendisinin verdiğine inandığı belli idi, yenilgiye uğradığını belki de bu yüzden hiçbir şekilde kabul edemiyordu ve zihninde mücadeleye devam etmekten başka bir düşünce mevcut değildi.
İsmet Paşa’nın bir tabiatı vardır, hiçbir şeye düşünüp danışmadan evet demez. Sağa sorar, sola sorar, doğruluğuna inandığı zaman o kararı alıp yapılmasına emir verir.
“İstanbul’u terkederken Osmanlı hanedanına ait olan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma almayı düşünmedim. Bu sebeple, şimdi yabancı bir memlekete beş parasız, yüz üstü ve ızdırap içinde kaldık.”