Güneş ağır ağır yükseliyordu doğudan.
Güneş ağır ağır yutuyordu sabahın serin nemini.
Yirmi desteci harman makinesinin doymak bilmeyen ağzına buğday destelerini koşar adım hücumla taşırlarken, daha şimdiden kan tere batmışlardı. Gecenin birinden beri durup oturmadan didinen Toprak yüzlü bu insanlar zırıl zırıl terlemeden kupkuru kalmışlardı sanki. Çoğunun çatlak dudakları irin bağlamıştı beyaz beyaz. Gözlerinin akları damar damar kızarmış tükrükleri ağızlarında koyulaşmıştı.
Buna da şükürdür gene de. Kitap öyle söylemiştir, şükredecek, kendinden yukardakine değil, aşağıdakine bakacaksın, gene bakacaksın sonra gene. Her baktıkça da şükredeceksin!