Bu âyet-i kerîmede şuna işaret vardır ki: İnsan, elinden geldiği takdirde yetimlere, fakirlere, ihtiyaç sahiplerine, kendi malından yardım etmelidir. Kendi malı olmadığı takdirde başkalarını öyle bir yardımda bulunmaya güzel bir surette teşvik etmelidir. İnsaniyet namına hayırsever olmalıdır. Öyle bîçâre bir fakiri doyuran kimse, o fakirin hakkı olan bir yiyeceği ona vermiş ve fakire olan borcunu ödemiş gibidir. Allâhü Teâlâ, Zâriyât Sûresi’nin 19. âyet-i kerîmesinde -meâlen-: “Onların mallarında sâil (ihtiyacını bildirerek yardım dileyen) ve mahrum (ihtiyacını bildirmekten utanan fakir) için bir hak vardır.” buyurmaktadır. Bu suretle bu hakkı vermek, şiddetle tembih edilmiş ve başa kakmak da nehyedilmiştir.
Allâh’ın inayetiyle açlıktan kurtulmuş ve korkudan emniyete erdirilmiş olan insanların, Allâh’a ibadet ve kulluk etmeleri gerekir. Bu kulluğu yapmak için de öksüzlere, kimsesizlere bakmak, açlara, bîçârelere yemek yedirip derman olmak için yardımlaşmaları, hak dinin icabı olan vazifeleridir. Güçleri yeterken bunu yapmayanların, Allah indinde cezaya çarpılacakları muhakkaktır.
**Dindar görünenlerin bedenen ve mâlen vazife ve ibadetlerinden gaflet ve riyâkârlık edip de az bir yardımdan bile sakınarak cimrilik etmeleri ne kadar şaşılacak bir hâldir.**