Bundan elli yıl önce çocuğun karnını doyurup üstünü pak tutan bir anne görevini yerine getirmiş kabul ediliyordu. Çünkü "Anası kızına taht kurmuş, baht kuramamış" denirdi. Yani çocuğun geleceğini/kariyerini planlayıp gerçekleştirmek ebeveynin sorumluluğu dahilinde değildi. Ama bugün ebeveynler pedagojik anlayışların baskısı altında ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar: Şöyle yaparsam travma olur, böyle yaparsam psikolojik baskı olur düşüncesi, doğal davranmayı imkansızlaştırıyor. Ya da mesela, her çocuğun dışa dönük, özgüvenli olması, kendisini çok rahat ifade etmesi ideali... Bunu gerçekleştirmek için çocukların şımarık, bizim gibi eski kuşakların "edepsiz" diyeceği tutum ve davranışlarına aşırı anlayışla yaklaşıyor ebeveynler. Çocuğun ruh dünyası, ayrıntısıyla idrak edilip yönetebilecek bir proje, şekillendirilebilecek bir hamurmuş gibi!
"Mesele mekan değil doktorum, mesele zaman." demişti Murat Hoca bir keresinde. "Otuzundan sonra her yerde boğulabilir insan. Taşraymış metropolmüş, hiç fark etmez."
Boğuluyordum.
Olabileceğimiz her şeyi gördük; kaçırdığımız her şeyi; ve bir an için diğerinin isteklerini kıskandık; kek kesildiğinde - bir kek, tek bir kek - kendi dilimlerinin yok oluşunu izleyen çocuklar gibi.
"Fransız balkonu" diye tabir edilen, sanırım dış dünyaya "fransız" kalmamızı arzu eden 40 santimetrelik bir çıkıntı. "Balkonmuş" gibi yani. "-mış gibi" yaşamlarımıza oldukça uygun bir biçim olsa gerek.
İçimdeki duvarları ve o duvarlardan kaldırılmış tabloları, onların yarattığı izleri düşünüyorum. Ne çok çivi görüyorum içimde. Hepsini binbir özenle çakmışım, binbir hevesle asmışım tabloları.