Bu güç odaklı bir toplumdur, bu toplum hâlâ ilkel ve barbar. Bir avuç insan, politikacılar, rahipler, profesörler milyonlara hükmediyor. Ve bu toplum, hiçbir çocuğun zekâ sahibi olmasına izin verilmeyecek şekilde yönetiliyor.
Tanrı ölümü bile getirse, onda korkulacak bir şey yoktur. Ölümü getiren O'dur, o halde bir sebebi olmalı, içinde gizlenmiş bir sır olmalı, bir şey öğretiyor olmalı, bir kapı açıyor olmalı.
Güvenen insan, dindar insan ölümün kapısında bile heyecan duyar bir aslan gibi kükreyebilir. Ölürken bile çünkü hiçbir şeyin ölmediğini bilir ölüm anında bile, "İşte bu!" diyebilir. Çünkü her an, "işte bu"dur. Yaşam olabilir, ölüm olabilir; başarı olabilir, başarısızlık olabilir; mutluluk olabilir, mutsuzluk olabilir. Her an... İşte bu!
O zaman sorun ne: "Güven" neden tartışmaya değer bir konu? Osho'nun dediği gibi, "Neden güvenemiyorsun?Bütün varoluş güveniyor.
Ağaçlar asla nörotik olmazlar, kuşlar ve hayvanlar asla psikotik olmazlar..."
Burada iyi bir şeyin söz konusu olmasına ilişkin umudun ne kadar büyük olduğunu, şu yoldan da düşünelim hadı. Çünkü ölüm, iki şeyden ancak biri olabilir. Ya bir tür hiçliktir -öyle ki, ölenin hiçbir şeyi herhangi bir şekilde algılaması söz konusu değildir ya da öne sürüldüğü gibi ruhun bir tür öte tarafa geçmesi, başka yere göçü söz konusudur. Buradan başka bir yere. Artık hiçbir duyum algısı, hiçbir duygu değil de sadece uyuyanın hiçbir düş görmediği bir tür uyku söz konusuysa, ölüm harika bir kazanç olur. Çünkü, bir kimse böyle hiçbir düş görmeyecek kadar iyi uyuduğu bir geceyi düşünecek ve yaşamının öteki gecelerini. günlerini bu geceyle karşılaştıracak ve iyi bir yoklamanın ardından, yaşamının kaç gecesinde, gününde bu geceden daha iyi ve rahat yaşadığı ona sorulursa, sadece sıradan, herhangi bir yurttaş değil, büyük kral bile böyle güzel, rahat geçirilmiş günlerin ve gecelerin, ötekilere göre devede kulak olduğunu kabul edecektir. Ölüm böyle bir şeyse, onun bir kazanç olduğunu söylüyorum. Çünkü bütün bir zaman akışı, tek bir geceden daha uzun gelmeyecektir bize.
Çocukluğumdan beri bana verilen bir işarettir bu.Bana seslenen, ne zaman konuşsa, hep tam o sırada yapmayı düşündüğüm şeyden caymamı salık veren ama hiçbir zaman bu konularda buyruk vermeyen bir ses...
Çünkü beni öldürürseniz, öyle kolay kolay birdaha hani bunu söylemem kulaklarınıza gülünç gelse de büyüklüğünden dolayı biraz mahmuzlanarak dürtüklenmesi gereken cins ata benzeyen devlete, tanrısal kurulun kararıyla yollanan benim gibi birini kolay kolay bulamayacaksınız.
Çünkü hiç kimse, ölümün insanlar için iyiliklerin en büyüğü olup olmadığını bilemez ama yine de kötülüklerin en büyüğü olduğundan kesinlikle eminmiş gibi, insanlar ondan korkuyorlar.
Çünkü bir insanın yeri neresi olursa olsun; bu yer isterse onun en iyisi olduğuna inandığı için seçtiği yer olsun, ister onu oraya üstü yerleştirmiş olsun, derim ki, o orada sabırla beklemeli ve ölümü hiç düşünmeden ya da utançtan başka bir şeyi aklına getirmeyerek tehlikeyi göğüslemelidir.
Doğrusu, ikimizin de iyi, güzel, öyle doğru dürüst bir şey bildiğimiz yok. Yine de ben ondan daha bilgeyim. Çünkü o, hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor, bense bilmiyorum ve bildiğimi de sanmıyorum.
"Sokrates yeraltında, gökyüzünde olup bitenleri araştırarak, zayıf sözü, daha güçlü yaparak, bunları başkalarına da öğreterek suç işliyor ve yasadışı iş yapıyor." Suçlamanın aşağı yukarı özü, bu. Böyle bir şeyi, siz kendiniz Aristophanes'in komedyasında gördünüz. Orada, havada sağa sola sallanıp duran ve havada yürüdüğü için övünen, Sokrates adlı bir adam gösteriliyor. Bu kişi, benim hiç ama hiç, ne az ne çok anlamadığım şeylerden söz ederek, bir sürü saçma sapan sözler söylüyor. Havada yürüdüğüme ilişkin...