Neyim var, bilmiyorum, diyor Marianne. Niçin normal insanlar gibi olamıyorum, bilmiyorum. İnsanlara neden kendimi sevdiremediğimi bilmiyorum. Bence doğuştan bir sıkıntı var bende.
Olay bundan ibaretti; herkes gidiyordu, kendisi de gidiyordu şimdi. Carricklea’da, hayli dram ve anlam yükledikleri hayatları bir yere varmadan öylece sona ermişti; bir daha asla kaldığı yerden devam etmeyecek, etse de aynı şekilde olmayacaktı.
Bir insana değer vermek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi benimseyebilmektir. Ama birçok kişi diğer insanlara değer verdiği sanısıyla aslında kendi narsisist ihtiyaçlarına doyum sağlar.
Sevgisini esirgeyen, engelleyen ya da terk eden kişiye kızgınlık öylesine yoğundur ki, bu onu yok etme isteğine dönüşür. Genellikle bilinçdışında yaşanan bu isteği gerçekleştirmek için dolaylı bir yol seçilir; kişi öfke duyduğu insanı önce benliğine mal eder sonra işindeki içindeki insanı yok etmek amacıyla kendi canına kıyar. Bazı durumlarda öfke duyulan, belirli bir kişi değil, kişinin çevresi ya da tüm insanlıktır. Dünyada umduğunu bulamadığı sonucuna ulaşan kişi, kendini ortadan kaldırmakla dünyayı cezalandırdığına inanır.
Tutucu kişi, yapmak istediği ama yaparsa suçlanacağı davranışları başkalarında gördüğünde onları eleştirerek ya da engelleyerek kendi isteklerini ketlemeye çalışır.