Kendimi şanslı sayıyordum, rüyadan erken uyanmıştım çünkü. Hayatın derinliğinin olmadığını, kitapların yalan, şairlerin palavracı olduğunu, dünya denen diyarın ayıklık, uyanıklık, hesap kitap gerektirdiğini gecikmesiz anlamıştım. Güzelim Ahmet Abilerin mendillerin kanama sebeplerine dair hiçbir cevabı olmadığını, olamayacağını, sazlıklardan havalanan ördeklerin çifter çifter vurulup bi sonraki sazlığa çakıldığını, Çavuş Laruzo’nun aslında o sevimli Yunan adasına dönüp sessiz sedasız patlıcan doğramadığını, İtalya’ya gittikten sonra ilk işinin Mussolini’nin mezarına koca bir demet çiçek bırakmak olduğunu...