"Ama bazen, birisi senin her şeyin olduğunda, yaşamak için tek nedenin onun yüzünü tekrar görebilmek olduğunda, bu başka birinin acı çekeceği anlamına gelse bile o şansın beraberinde getirdiği her tür sonucu kabulleniyorsun."
Uyuşukluk halini neden hissizlik olarak tarif ettiklerini hiçbir zaman anlamamışımdır. Bana göre, uyuşuklukta katiyen bir his vardı ama tarif edilebilecek türden değildi. Denilebilecek tek şey bir yanlışlık var gibi hissedildiğiydi.
Bir yerde sevdiğin birinin vefatından daha büyük bir acı olmadığını okumuştum. Sanırım daha büyük bir acı daha var. Ona hoşça kal diyememek.
Seni ne kadar etkilediğini söyleme fırsatı bulamazsın. Senin için yaptıkları karşısında ne kadar minnettar olduğunu söyleme fırsatı bulamazsın. Onu ne kadar çok sevdiğini ve onu özleyeceğini söyleme fırsatı bulamazsın.
Hoşça kal deme şansın yoksa teşekkür etme şansını da yakalayamazsın. Ama herkes bir teşekkürü ve elvedayı hak eder.
Her zaman kendimize sınırlar çizeriz. Geçmeyeceğimize emin olduğumuz hayali çizgiler. Ta ki onları geçene kadar.
Bir anne veya baba, yavrusuna böyle bir çizgi çizmeye çalışan birine zarar vermekten ve hatta onu öldürmekten çekinmez.
Çizgi hareketlenir.
Yalnızlık acısından yok olmuş bir kız ne kadar onur kırıcı olsa da, her şeyi yapmaya hazırdır, çünkü bu kronik acıyı uyuşturmak ister.
Çizgi hareketlenir.
Çizgi, bir gün aslında sınırlarınız olmadığını anlatana kadar hareketlenmeye devam eder.
"Her insan kendisini diğer insanlardan daha çok sevdiği halde neden kendi fikrine diğer insanlarınkinden daha az önem verir?
Eğer biri beni sevmiyorsa bu onun sorunudur. Benim tek amacım, kınanmamı gerektirecek bir şey söylememek ya da yapmamaktır.
Sözünden dönmene ya da kendine olan güvenini yitirmene neden olabilecek hiçbir şeyi avantaj sayma. " -Marcus Aurelius-