Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.25
Dennis
Dennis
@Dnz_S
94 okur puanı
Mayıs 2019 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitaplar
Bu kitapla ilgili beklentim çok yüksekti ama beklentimi tam olarak karşıladığı söylenemez. Kısacık bir kitap öyküler de kısa kısa. Ben en çok "Evet tamam" "Elmalı Kurabiye" ve "Suna" yı beğendim. Yazarın ilk öykü kitabıymış. İleriki dönemde daha da iyi öykülerle karşımıza çıkacağını düşünüyorum.
Oldukça değişik bir konusu olan eğlenceli bir kitap.Thomas adlı esas oğlumuz hayatta pek dikiş tutturamamış birisidir. McDonald's'da kasiyerlik yapmakta ve Sandrine adlı kız arkadaşı ile birlikte yaşamaktadır. Birgün bir dergide çıkan Mesmence çeviri ilanına başvurur ve bu dilde hiç de yetkin olmadığı hâlde bir roman çevirisi işini alır. Böylece olaylar başlar. Kitap aslında çevirinin önemi, kitap ya da yazarların bir anda nasıl popüler olabileceği gibi konuları komik bir üslupla ele alıyor. Güzel bir kitaptı, tavsiye edilir.
Seray Şahiner ile tanışma kirabım. Hep diyorum kitabın içine girebiliyorsam yani kendimden birşeyler bulabiliyorsam, karakterleri, mekânları gözümde çok güzel canlandırabiliyorsam o kitabı seviyorum. Şahiner'in hem dilini hem de öykülerini çok sevdim. Öykülerdeki karakterler o kadar tanıdık ki mahalleden insanlar sanki. Sokakta, markette, otobüste hergün karşılaştığımız ama iç dünyalarını hiç bilemeyeceğimiz hatta belki merak da etmediğimiz insanlar...Öyküler içinde en çok Sarı Işık, Karaca, Bulyon, İhtiyadi Tedbirler ve Hepyek'i beğendim. Seray Şahiner'in diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım. Israrla tavsiye edilir efendim.
Okur Takip Önerileri
Kürşat Başar'ı Yaz romanı ile tanıdım. Anlatım dilini çok sevdim. Bu kitabı da denemelerden oluşuyor. Mutlaka hepimizin ya da çevremizden birinin başına gelmiş kadın erkek ilişkilerine dair anlatımlar. Ben en çok ilk bölümü beğendim. Diğer bölümlerde anlatılanlar biraz kendini tekrar ediyor gibi geldi bana. İyi vakit geçirmek istiyorsanız ve kadın erkek ilişkileri ile ilgili konular ilginizi çekiyorsa okuyabilirsiniz.
Bir hocam "Tarih ile edebiyat atbaşı gider." derdi. İskender Pala romanları buna çok iyi bir örnek. Pala'nın daha önce dört kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. O yüzden bu kitabına da büyük bir hevesle başladım. Ama ne yazık ki biraz hayal kırıklığına uğradım. Diğer kitaplar çok sürükleyici gelmişti bana. Belki de beklentimi yüksek tuttuğum içindir bilemiyorum. Bu kitabı çok sevmedim. Hatta uzun süre elimde süründü diyebilirim. Kitabın konusuna gelecek olursak "Altın"adıyla başlayan ilk bölüm Lidyalılar Dönemi'nde geçer. Lidyalılar ile Persler arasındaki savaş zamanında Mehte, Kufu ve Halludas adlı üç arkadaşın çerçevesinde aşk ve ihanet anlatılmış. "Ayna"adlı bölümde bu defa 12 Eylül Dönemi'ne gidiyoruz ve Sadullah, Ufuk ve Ethem adlı üç arkadaşın yaşadıkları aşk ve ihanet anlatılmış. Farklı dönemler benzer olaylar. Karakterlerin isimlerinin birbirinin tersi olarak kurgulanması çok zekiceydi.
Özellikle kültürün öneminin vurgulanması güzeldi ama bana pek birşey katmadı diyebilirim. Yanıltıcı da olmak istemem tercih edebilirsiniz keyifli okumalar
Beklemediğim kadar değişik çıkan bir kitap. Masalla gerçek içiçe gibi. Giray adlı esas oğlumuzun insanların bazı özel eşyalarına dokunduğunda o insanla ilgili bazı olayları hissedebildiği bir yeteneği var. Küçük bir çocuk bakıcısı ile birlikte ortadan kaybolunca Giray da bir şekilde kendini olayların içinde bulur ve macera başlar. Hükümenoğlu'nun okuduğum ilk kitabı. Sade ve akıcı üslubu çok hoşuma gitti. Kesinlikle okunması gereken bir yazar olduğunu düşünüyorum. Keyifli okumalar
Çok sevdim, elimden bırakamadım. Aslında muazzam bir kurgu yok kitapta. Kıbrıs'ta Türklerle Rumlar arasındaki olayların yaşandığı günlerde dünyaya gelen, önce annesini daha sonra babasını kaybeden Murat'ın İstanbul'a uzanan hikâyesi. Burada hayata tutunmaya çalışması ve aşkı bulması. Murat'ın duyguları o kadar güzel anlatılmış ki anlatılan mekânlarda hiç bulunmamama o dönemi yaşamamama rağmen çocukluğuma gittim ve bazı yerlerde çok duygulandım. Birçok cümlenin altını çizerek ilerledim. Eminim birçok kişi bu anlatımda kendinden birşeyler bulacaktır. Keyifli okumalar
Doksanlarda Batman'da öğretmenlik yapan Zehra karakterinin çerçevesinde kesişen yaşamların anlatıldığı bir kitap. Doksanlarda televizyon ve gazete haberlerinde sıkça duyduğumuz hizbullah terör örgütünün oluşturduğu karanlık bir atmosferde genç kadin intiharları, bulunan tolu mezarlar, cinayetler, yoksulluk, kadına şiddet vb.konular iç burkan bir şekilde anlatılmış. Özellikle kahramanlardan birinin mektuplarla dile getirdiği başından geçen olaylar "bu kadar olabilir mi" dedirtecek cinsten. Sade ve akıcı bir anlatımla bir günde bitirilebilecek bir kitap. Kitabı okurken puslu havayı ve insanların umutsuzluklarını, mutsuzluklarını resmen hissettim. Ben beğendim tavsiye edilir efendim
Zülfü Livaneli'nin kitaplarına karşı nedenini bilmediğim bir önyargım vardı. Bu önyargıyı Serenad ile kırmıştım. Ardından Engereğin Gözü ve Son Ada geldi. Bunlar içinde en çok Son Ada'yı beğenmiştim. Livaneli macerama Kardeşimin Hikâyesi ile devam ettim. Ama ne yazık ki bu kitabı fazla sevemedim. Herşeyden önce karakterleri sevmedim. Gazeteci kız karakteri çok itici geldi mesela. Bilemiyorum sanki kitabın içine giremedim, sonunu çok önceden tahmin ettim o yüzden sürpriz olmadı. Kitabın konusuna gelecek olursak Podima'da yaşayan bir kadın bir gece cinayete kurban gider. Olayı araştırmak için bölgeye gelen bir gazeteci kızın yolu Ahmet adlı esas kahramanımızla kesişir. Ancak Ahmet garip takıntıları olan biridir. Bir süre sonra ikisi arasındaki diyalog Ahmrt'in yaşadıkları ve kardeşinin hikâyesine doğru kayar. Bir yandan bu hikâye akarken bir yandan da cinayetle ilgili gelişmeler sürer. Akıcı bir kitap ama dediğim gibi ben hikâyeye çok dalamadım okuyun siz karar verin
Kitabı hemen hemen bir günde bitirdim. Dil olarak sade ve akıcı bir tarzda yazılmış. Kitabın konusu ile ilgili hiçbir bilgim yoktu, beklentimi karşıladığı pek söylenemez. Bir aşk hikâyesi anlatılıyor kitapta...Gizli saklı yaşanan bir hikâye. Bedensel arzulardan uzak daha saf bir aşk anlatılmış. Kahramanlarımızın evli oldukları hâlde bu ilişkiyi devam ettirmeleri yani eşlerini aldatmaları birçok okuyucu tarafından eleştirilmiş ve bu durumun saf bir aşk güzellemesi olamayacağı düşünülmüş. Kitabı okurken ben olaya bu şekilde bakmadım açıkçası, bu tarz bir durumun herkesin başına gelebileceğini düşünüyorum. Tasvip edilen bişey midir? Elbette değil ama yaşanabilecek bir gerçeklik. O yüzden beni çok rahatsız etmedi. Şirin karakterinin kendi arkadaşını babasına ayarlamaya çalışması ya da babasının yaşını annesine sorması vb. daha olmayacak şeylerdi bence. Kısa sürede okunacak bir kitap arıyorsanız buyurun ama çok da fazla beklentiye girmeyin derim.
Firdevs adlı Mısırlı bir kadının öyküsü. Yazarımız Firdevs ile Kanatır Cezaevinde bir grup kadın mahkumun kişilik yapıları üzerinde araştırma yaparken tanışmıştır. Firdevs diğer kadınlardan farklıdır, cinayetten dolayı idama mahkum edilmiştir, af dilekçesi yazmayı bile reddetmiştir. Hikâye 1970'lerde Mısır'da gecmesine rağmen o kadar tanıdık ki. Bu dünyada kadın olmanın ne anlama gelebileceğini ortaya koyuyor. Aile sevgisinden yoksunluk, küçük yaştan itibaren bir köle gibi hizmet etmek, taciz, dayak, kadın sünneti, zorla evlendirilme, fahişeliğe zorlanma, umutsuzluk, çaresizlik....Belki de yanıbaşımızda yaşanan bir hikâye bu.
Mutlaka okunmalı...
Yine ilginç bir kitap. İlginçliği olayların bir fetüsün ağzından anlatılması. Annesi ve amcası aşk yaşıyorlar ve babasını öldürme planları yapiyorlar. Fetüs herşeyi duyuyor, annesinin duygu ve düşüncelerini anlıyor, plana engel olmak istiyor. Kitap polisiye gibi de lanse edilmiş ama bence polisiye değil. Olayların nereye gideceğini merak ediyorsunuz ancak bana çok sürükleyici gelmedi, bazı yerlerinde sıkıldım. Kitabı okurken sıklıkla düşündüğüm şey anne karnındaki ya da yeni doğan bebeklerin neler düşündüğü oldu. Gerçekten bebeklerin kitaptaki gibi bir düşünce yapısına ve espri anlayışına sahip olmaları çok fantastik olurdu doğrusu
Konusu oldukça ilginç bir kitap. Soren Johansson adlı adamımız dünyadayken inandığı dinin rituellerini yerine getiren biridir. Ancak öldüğünde kendini cehennemde bulur. Çünkü gerçek din zerdüştlüktür. Üstelik bu cehennem oldukça farklıdır. Burası yazılabilecek tüm kitapların bulunduğu bir yerdir ve buradan kurtulmanın tek yolu bu kitaplar arasından kendi hayat hikâyenin anlatıldığı kitabı bulmaktır.
Cennet tasviri gerçekten hayal gücünün sınırlarını zorlar nitelikte. Dipsiz bir kuyu ve neredeyse sonsuz sayıda kitap. Yazar Borges'in Babil Kitaplığı öyküsünden esinlenmiş. (Bu kitabı da merak ettim.) Tüm bu ilginçliğin yanında beklentimi tam karşılamadı. Bilemiyorum belki kısa olmasından ya da benim sonunu daha farklı hayal etmemden kaynaklanmış olabilir. Bir solukta okuyacağınız ilginç bir kitapsa aradığınız okuyun derim
Sezgin Kaymaz'ın okuduğum ilk kitabı. Çok beğenilen bir yazar ancak sanırım ben yanlış kitabıyla başladım. Kitabın konusu çok değişik. Biz hep Adem cennetten kovulup dünyaya geldikten sonra dünyada yaşananları gördük ama cennette neler oldu hiç düşünmemiştim. Cennet meleklerinin konuşma tarzları, kızgınlık, küçümseme vb.duyguları esprili bir şekilde yansıtılmış. Yer yer gülümsetiyor. Sezgin Kaymaz'ın tarzını eleştirmek bana düşmez belki ama "işitiyordular", "duruyordular" gibi eylem yapıları biraz kulağımı tırmaladı. Dediğim gibi yazara çok aşina değilim diğer kitaplarını da okumayı düşünüyorum.
Oh en sonunda bitti. Boğuldum resmen. Güzel kurgulanmış bir distopya ama sanki birşeyler çok tanıdık. Rahatsız edici bir okadar da merak uyandırıcı. Yazarın okuduğum ilk kitabı. Yazarın dili mi böyle çeviri mi sıkıntılıydı bilemedim. Bazı cümleleri anlamayıp tekrar okuduğum oldu. Devrik cümleler anlatım akıcı değildi. Konuya gelecek olursak ABD'de bir darbe sonrası dine dayalı bir rejim kurulur. Bu rejimde kadınların birçok hakkı elinden alındığı gibi doğurgan olan grup damızlık olarak nirelenerek komutan denilen üst düzey erkeklere verilirler. Görevleri komutanlardan çocuk doğurmaktır. Üstelik bu seremoniye komutanların eşleri de katılır. Hikâyeyi bir damızlık kızın ağzından dinlemekteyiz.
Din unsurunun insanların beyinlerini nasıl yıkayabileceği üstelik normal bir hayat süren insanların din adına yapılan haksızlıkları kabullenebildikleri ve bu durumun nasıl da tehlikeli olabileceği gibi mesajlar verilmeye çalışılmış.
Bi de kediyle ilgili kısa bir kısım vardı. Bir kedi annesi olarak o kısımda da çok rahatsız oldum.
En sonunda bitirebildim ama kitap beni çok yordu. Aslında konu çok güzeldi ve sonunda ne olacağını çok merak ediyorsunuz ama işte o olaylar sırasında esas kızımız Maria'nın düşünce akışları beni de düşüncelere saldı. Açıkçası bazen "Ne diyor bu?" diye düşünüp esas diyalogdan koptuğum oldu.
Kitabın konusuna gelecek olursak Maria adlı kızımız hergün gittiği cafede karşılaştığı bir çifti uzaktan uzağa izlemektedir. Birgün koca bir cinayete kurban gider. Maria da taziye ziyareti sonrasında olayların içine karışır.
Bana göre -belki de yanlış zamanda okudum- bir solukta okunacak sürükleyici bir kitap değil. Yine de okuyun siz karar verin
Daha çok çocuk ve gençlik kitabı dallarında ödül almış ama büyülü dünyaları seven her yaştan okurun bayılacağı bir kitap.
Morrigan adlı kızımız zifiri gecede doğmuş ve lanetli kabul edilmiştir. O gecede doğan bütün çocuklar 11 yaşına geldiklerinde öldürülürler. Morrigan'ı da böyle bir son beklemektedir. Ancak Jüpiter North adlı bir adam onu bu durumdan kurtararak Bağımsız Eyalet'te bulunan Nevermoor'a getirir. Burada kalabilmesi için Morrigan'ın seçkin bir oluşum olan Wunderous Cemiyetine girmesi bunun için de özel yeteneğini de sergileyeceği bir dizi sınavdan geçmesi gerekmektedir. İşin kötü yanı ise Morrigan özel yeteneğinin ne olduğunu bilmemektedir. Böylece olaylar başlar.
Kitap çok akıcı eğlenceli bir solukta okunacak cinsten. Harry Potter'a benzerliği ile de gündeme geldi. Yani o büyülü evren potterheadlerin seveceği cinsten. Kızımızın küçük olması, ailenin ilgisiz davranışları, Nevermoor'da Jüpiter'in ona hamilik etmesi ve Wundersmith gibi bir kötü karakterin olması benzerlikleri var. Ama konu orijinal. Bambaşka. Sanırım tek sorun bir seri olması. Merakla bekliyoruz...
Asıl anlatılmak istenenler ancak bu kadar farklı ve sürükleyici şekilde anlatılabilirdi. Livaneli oturup siyasi ve toplumsal olsyları anlatan bir kitap yazsa belki istediği etkiyi bu kadar veremeyebilirdi. Kitap bir ütopya olarak başlıyor. Ada ile ilgili anlatılanlarla birlikte o huzurlu ortamda olmayı istiyorsunuz. Ancak bir süre sonra emekli bir askerin adaya yerleşmesi ile birlikte ütopya distopyaya dönüşüyor. Kitabın bu kısımlarını okurken inanılmaz sinirlendim hem başkan olan albayın yaptıklarına hem tepkisiz ada sakinlerine...Kitaptaki her bir karakteri her bir olayı tarihi gelişmelerle anlamlandırmak mümkün. Mutlaka okuyun anlamlandırmaları siz yapın
Bir İngiliz bilim insanı icat ettiği zaman makinesi ile 802701 yılının İngilteresine gider. Bu dünyada iki grup insan olduğunu keşfeder. Eloiler gayet rahat bir hayat yaşarken Morlocklar yerin altındaki farklı bir dünyada yaşıyorlardı. Bu kitabın 1895 yılında yazıldığı düşünülecek olursa yazarın hayal gücü etkileyici. Yazar aslında olumsuz bir gelecek tasvir ederken aslında dönem İngilteresindeki zenginler ve yoksullar arasındaki uçuruma dikkat çekmeye çalışmış. Ona göre eksiksiz bir güvence yozlaşmaya beden güç ve zeka bakımından gerilemeye neden olmuştur. Ancak bu iki grubun durumları sanki biraz havada kalmış özellikle Morlocklarla ilgili daha açıklayıcı bilgi verilmesini bekledim. Ayrıca bu hikâyenin anlatıldığı grup da çok ilgisiz geldi. Bir bilim insanı bana böyle bir hikâye anlatsa soru üstüne soru sorardım sanırım. Bu ilgisizliklerinin sebebi inanmamaları da olabilir ancak yine de hiç soru sormayıp dağılmaları garipti. Bir de zaman makinesinin nasıl çalıştığı da tam açıklanmamış. Kitabın yazılış amacı toplumsal adaletsizliğe ve Dünya'nın geleceğine dair endişelere dikkat çekmek olduğu için hikâyenin yukarıda anlattığım kısımları biraz boş bırakılmış olabilir. Tüm bunlara rağmen kitabı genel olarak sevdim. Bilimkurgu edebiyatının önemli örneklerinden olan bu eser okunmalı.
Leon adlı adamımız bir sabah uyandığında karısı yüzünde morluklarla eşyalarını toplayıp kaçarcasına evi terk eder. Leon bu durumla ilgili bişey hatırlamadığı için ilk aklına gelen şey çocukken yaşadığı ve tedavi olduğu uyurgezerlik sorununun yeniden başladığıdır. Böylece olaylar son hızla başlar. Zaman zaman kafa karıştıran bir sürü olay arka arkaya yaşanırken bazen hangisi uyku durumunda hangisi uyanıkken oldu birbirine giriyor. Fitzek'in okuduğum ikinci kitabı. İlk olarak Paketi okumuştum. O kitapta da bunda da olaylar son sayfalara kadar çözülmüyor. Bu kitap daha çok sevilmiş ama ben Paketi daha çok sevdim sanki. Psikolojik gerilim sevenlerin beğeneceği bir kitap
Yazarın okuduğum ilk kitabı. Psikolojik gerilim tarzını sevdiğim için beğendim. Şaşırtmacalı gelgitler kitabın sonuna kadar devam ediyor. Genelde bu tarz kitaplarda sonu az çok tahmin edebiliyorum ama bu kitapta tahmin edemedim. Gerçi saçma bulduğum kısımları da oldu. Yazarın bu kitap dışinda daha başarılı kitapları olduğu biliniyor. Tarzı sevenler icin okunası...
Kitabın ismi çok dikkatimi çekmişti. Yazarı hakkında bilgim yoktu. Kitap 10 öyküden oluşuyor ama bir öykünün ana karakteri diğer öyküde yan karakter olarak karşımıza çıkabiliyor. Sıradan gibi başlayıp çok farklı sonlarla bitiyor öyküler. Çok çok beğendim. Mutlaka okuyun. Emeğine sağlık Ömür İklim Demir...
Bu kitabı seri kitabı olduğunu bilmeden okudum. Belki diğer kitaplardan sonra okusaydım beğenirdim ama bilemiyorum birşeyler eksik gibi geldi. Karakterlerin duygu durumlarına pek adapte olamadım. Babanın aşkı beklemediğim bir durumdu. Daha farklı bir son bekledim. Ayşe Kulin'i seviyorum. Dili sade ve akıcı bu kitabı da hızlı okudum ama dediğim gibi serinin diğer kitapları ile birlikte değerlendirmek daha doğru olur sanırım.
17 yaşında iki genç ilk randevularında kanoyla göle giderler. Gölün dar bir geçitle ayrılmış bölümünde daha küçük bir gölde bir çıkıntı fark ederler. Dalış yaptıklarında gölün altında iki katlı ama sudan hiç yıpranmamış bir ev bulurlar. Macera da burada başlar. Sürükleyici bir kitap, hızlı okunuyor. Ama Josh Malerman kitaplarının sonları biraz farklı bitiyor. Yazarın Kafes kitabını bu kitabından daha çok beğendiğimi söylemeliyim.
Üç Amerikalı erkeğin sadece kadınların yaşadığı bilinmeyen bir ülkeyi keşfettiklerini düşünün...Birbirlerinden çok farklı karakterlere sahip bu erkeklerin kadınlara ve kadınların kurmuş olduğu düzene bakış açıları karşılaştıkları manzara ile oldukça farklı çıkar. Yazar kendi döneminin önde gelen kadın hakları savunucularından olunca eseri de feminist edebiyatının örneklerinden biri olmuş haliyle...1915'te tefrika edilen ve 1979'da kitap olarak basılan bu eser ütopik bir dünya sunuyor...
