Duygu Erkut

Ne garip, insan daima, yani kocamış bir ihtiyar bile olsa, ço­cukluğunda gizli. Hatta belki çocukluğun tek bir anında. Bir kokuda, dokunuşta, sözde, tebessümde yahut gözyaşında. Ço­cukluk dediğimiz şey, kendi sırrında kırılmış bir ayna gibi, baktıkça batıyor insana.
Reklam
Harp ne garip şey değil mi? Bir bir değil, ağa takılmış balıklar gibi toplu halde. . . Şairleri bile öl­dürüyorlar. Ve hatta çocukları bile. İncecik ayak bilekleriy­le . . . Ve biz ölümlerden ölüm beğenir gibi saf tutabiliyoruz yi­ne de. İnsan dediğin çöplük, bütün kuyulardan daha karan­lık değilse ne?
Yerimde olsan sen ne yapardın, kalır mıydın, diye sorma­yacağım. Çünkü kuvvetle muhtemel "Elbette!" diye cevap­layacaksın. Ama insanın gerçekte neleri reddedebileceği an­cak o şanslar kendisine sunulduğunda, yani hakikaten seç­me şansı bulunduğunda belli olur. Hülasa, ben olsaydım diye başlayan cümlelerin içi, çoğu zaman görülmemiş bir rüyanın yeryüzünde kapladığı alan kadar boştur.

Reader Follow Recommendations

See All
Aşırı gelişmiş bir vicdan, İstekleri yüzünden suçluluğa açık olma duygu­su, temelde iyi olan bir insanı, kendi iyiliğinden ödün verecek dolambaçlı yollara itiyordu. Sanırım, felaketin kaynağı da buy­du. Sachs herkesin güçsüz yanını kabul ediyor, ama iş kendine gelince en ufak şeylerde bile kusursuzluğu, neredeyse insanüstü bir gücü arıyordu. Sonuç düş kırıklığı oluyor, insancıl zaaflarının karşısında yenik düşüyor, bunun üzerine kendisini daha da zora koşuyor ve bu kez daha da yıkıcı düş kırıklıklarına uğru­yordu.
“tuhaf ve şaşırtıcı olanı, dünyada aramalıymışız, kendi içimizde değil! Kendi içimizdekini aramak, kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizleri. Benim hikâyemde insanların başına “gelen de buymuş işte: Bu yüzden kahramanlar kendileri olmaya bir türlü katlanamıyor, bu yüzden hep bir başkası olmak istiyorlarmış.”
Reklam
“Kimsesiz bir çocuğa benzetiyordum onu, bana köleliğimin ilk yıllarını hatırlatan öfkesini ve hüznünü seviyordum; ben de onun gibi olmak istiyordum. Odanın içinde aşağı yukarı gezinirken, karanlık bir yağmur altındaki çamurlu pis sokağa, ya da Haliç kıyısındaki bir iki evin hâlâ yanan soluk ve titrek lâmbalarına, sanki orada umut bağlayabileceği yeni bir belirtinin izlerini arar gibi, bakarken, bir ara odanın içinde kıvranarak gezinenin Hoca değil de kendi gençliğim olduğunu düşünürdüm. Bir zamanlar, ben olan kişi, beni bırakıp gitmişti de, bir köşede pinekleyen ben, sanki kaybettiğim heyecanı yeniden bulmak için ona özeniyordum.”
herkes neden her şeyi bilmek istiyor ki? halbuki bildiğinin ağırlığıyla ezilir insan. bildiğine ya teslim olur, ya kurban
Ama hayat sahiden dönüşmek istiyorsa bir viraj peyda olur ve orada da mutlaka büyük bir karşılaşma bekliyordur. Kader sebep ile sonucun hantal dairesinden ve akılla işleyen bir örgüden bir anlığına sıkılır, başka türlü açılmak ister, büyük bir kırılma, şaşırtıcı bir olay, sebep-sonuç
Ya da belki kıyamet aslında böyle bir şeydir. Bir seferlik, devasa ve kimseyi kayırmayan felaket değil de gündelik hayatın içinde devam eden, garip, minik düzensizlikler olarak çalışan, her gün yeni bir yere sinip orayı halleden bir şeydir.
Reklam
Sık sık başka kadınları düşünüyordum. Francesca’yı, Giovanna’yı ve annemi düşünüyordum onlar için her şeyin çok kolay olduğuna inanıyordum. Annem için konserve domates sosu yapmak ve Maona’da yaşayan yoksul çocuklar için elbise dikmek, Francesca için resim yapmak, Giovanna için sırtına kuzu kürkünden paltosunu geçirmek ve Latince yüzünden oğlunu azarlamak kolaydı; kendilerine uygun, doğal ve hüzünlü olmayan bir yaşam seçtiklerini düşünüyordum.
Çoğu insan kendi tercih edeceği biçimde gelişeceğini farz ederek güvenirdi geleceğe. Onu körlemesine planlar, gerçekten tamamen kopuk şeyler öngörürdü. İradenin işleyişi böyleydi. Hayata amaç ve yön veren buydu. Orada olan değil, olmayan şey.
Havada asılı duran mutlu bir şeyler vardı ve kısacık, anlatılmaz bir sevinç ânı boyunca Robinson, bunca zamandır üzerinde tek başına sıkıntı çektiği adanın ardında, daha taze, daha sıcak, daha kardeşçe olan; ancak uğraşlarının vasatlığının ondan nöral olarak gizlendiği başka bir adayı keşfettiğini sandı.
Ne zamandır kafasını kurcalayan, içini huzursuz eden, önemli bir toplantının, bir tartışmanın, bir eylem hazırlığı­ nın ortasında dikkatini dağıtan şeyin, geçmişi hakkında fazla bir şey bilmediği, biraz da kuşku duyduğu bir kadının varlığı olduğunu, o güne kadar bilincine çıkarrnarnıştı. Sonra hiç beklemediği bir anda, tam bir rastlantıyla Ülkü çırılçıplak çı­kıverrnişti karşısına. Genç kadının, kırık dökük cürnleler, sa­yıklardalar, şiirlerden dökülmüş dizeler, gerçekle hayalin bir­ birine karıştığı görüntülerle anlatmaya çalıştığının, tüken­ ınediği halde bitrnek zorunda kalmış bir gençlik aşkı olduğu­ nu anlarnış, tüm cinstaşlarının içinde gizlenen pusudaki er­kek kedi içgüdüsüyle, kendi gününün geldiğini sezrnişti.
- Yardırncı olarnayacağırn için üzgünürn. Mösyö Murat'ın o saatte, orada ne aradığını bilmem mümkün değil. "Dernek oraya gitti! Orada ne aradığını yalnız ben biliyo­rum. Biliyorum, ama size hiçbir zaman söyleyernern. Uzun yıllar önce kaybettiği bir şeyi aramaya, gençliğirnizin izini sürmeye, zamanı yakalamaya gitmiştir. Bunları size söyler­sem bana inanmazsınız ki. Üstelik ipucu da sayılmaz bunlar, cinayeti aydınlatrnaya yaramaz. "
57 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.