Bir tür kelime olan isim, sözlü kültürde adlandırılan nesneye güç katar. Tevrat'ın Yaradılış bölümünde (2: 20) Adem'in hayvanlara teker teker ad vermesi, tuhaf ve eski sanılan bu inancın yabana atılamayacağını kanıtlar. Aslında böyle bir inanç, yazı ve matbaanın parsellediği akla göründüğü kadar tuhaf değildir. Her şeyden önce isim, insana isimlendirdiği nesne üzerinde bir sahiplik duygusu verir; engin bir isim hazinesi edinmeden kimse kimya okuyamaz veya kimya mühendisi olmaya kalkamaz. Bu gerçek, diğer tüm zihinsel bilgiler için geçerlidir.
Sesi durdurup sese hakim olmak mümkün değildir. Film projektörünü durdurup istediğim görüntüyü ekranda dondurabilirim. Oysa sesin akışını durdurursam, sessizlikten başka bir şey kalmaz. Bütün duyular zaman içinde yer alsa da durdurulmaya, sabitleştirilmeye işitme kadar meydan okuyan ikinci bir duyu yoktur. Görme duyusu hareketi olduğu kadar hareketsizliği de kaydeder. Hatta hareketsizliği daha iyi kaydeder, çünkü bir görüntüyü yakından incelemek için yavaşlamış olmasını yeğleriz. Bir hareketin aşamalarını görüp anlamak için, onu bir dizi dural fotoğrafa böleriz. Ses kaydınınsa dural çekimi yoktur.
Bilgi, artık belleği güçlendiren sözlü kalıp depolarından çıkıp yazılı metinlerde korunduğu için zihne çok daha özgün ve soyut düşünme yolları açılmıştı. Havelock'un belirttiği gibi Platon'un şairleri devletine sokmamasının başlıca nedeni, (belki bunun tam da farkında değildi), yazıyla biçimlenen düşünsel dünyasında geleneksel şairlerin pek sevdiği kalıpların miyadını doldurmuş, hatta bu dünyaya ters düşmeye başlamış olmasıdır.
Sözlü kültürlerde kazanılan, öğrenilen bilginin unutulup kaybolmaması için sürekli tekrar gerekiyordu; kalıplaşmış düşünme biçimleri, hem bilgelik hem de etkili bir kamu yönetimi için elzemdi.
Sözlü kalıplan kitaplarda derlemeyi kendisine meslek edinmiş olan Halil Cibran'ın atasözümsü deyişleri bugün okuryazar Amerikalıların gözünde bir yenilik taşısa da, Lübnanlı bir arkadaşımın ifadesine göre Beyrutlular tarafından basmakalıp sayılır.
Jaynes, ilkel bilinç aşamasında beynimizin çoğu kez "çifte bölümlü" işlediğini belirtir; denetlenemeyen ve tanrılara yorulan "sesler" üreten sağ yanküre ve bu sesleri konuşmaya çeviren sol yarıküre.
Aynı derecede belirgin bir kültüre sahip bir diğer etnik azınlık da Çingenelerdi. Çingeneler bu donemde genellikle “Mısırlılar” “Sarakenler” veva “Bohemyalılar” olarak anıldılar ve Avrupa'da 15. yüzyılda ortaya çıktılar. Saygıdeğer halk onları hemen dilencilerle ve hırsızlarla bir tuttu ama Çingeneler kendileri dışında kalan herkesten çok farklı bir dil ve geleneklerle kapalı bir grup olarak kaldılar. 16. ve 17. yüzyıllarda bugün bilinen meslekleriyle tanınmışlardı. Erkekler kalaycı, at eğiticisi, ayı oynatıcısı ve müzisyendi; kadınlar ise danseder ve avuç içlerinde geleceği okurlardı. Onlann, büyücülükle uğraştıkları, şeytanla anlaşmalar yaptıkları, doğru dini bilmedikleri veva reddettikleri düşünülüyordu. Kilisenin ne olduğunu bilmiyorlar ve kutsal şevlere saygısızlık etmek amacı dışında içine girmiyorlar. Hic dua bilmiyorlar . . . her zaman et yiyorlar. Cuma gününe veya Büyük Perhiz’e hiç saygı duymuyorlar.
Yüksek alanlar, “dağlara vuran” haydutlar ve kaçaklar için açık bir sığınaktı ve bu insanların kahramanlıklarını överek geleneksel “kahramanlık şiirlerine” evsahipliği yapıyordu. Sıçrayarak yapılan danslar dağlık bölgeleri çağrıştırmaktadır.
Eğer kültür bir yaşam biçiminin sonucu olarak ortaya çıkıyorsa, köylü kültürünün toplumsal farklılıklar kadar ekolojik farklılıklara göre de değişkenlik gösterebileceğini bekleyebiliriz. Fiziksel çevredeki farklılıklar, maddi kültürde de farklılıklar olmasını dayatır ve yaklaşımlarda da farklılıklar yaratır. Bu nokta tüm çıplaklığı ile, dağ kültürü ile ovaların. Düzlüklerin kültürü arasındaki karşıtlıkta görülür. Dr. Johnson “dağlar daha geç fethedilmiştir ve daha geç uygarlaşmıştır” cümlesiyle dağlara ait geleneksel alışkanlıkların ovalara göre daha uzun süre yaşadıklarını ifade etmiştir. “Eğitilmiş kesimler” dillerini değiştirdikleri zaman dağlarda yaşayanlar “ayrı bir bölge ulusu haline gelip, konuşmaları ve ağızları komşularından farklılaşır…