Bu blog; okuduğum kitapları, o kitaplar hakkındaki düşüncelerimi ve altını çizdiğim cümleleri not aldığım; gelecekteki ben için hazırlanan bir arşivdir.
Bir yere yuva diyebilmemiz için o yerde ille de uzun zaman oturmamız, giysilerimizi, eşyalarımızı orada saklamamız gerekmiyor. Bir binaya yuva derken o binanın içimizden yükselen melodiyle ahenk içinde olduğunu söylemek istiyoruz.
Alman dinbilimci Paul Tillich, ailesinin ve öğretmenlerinin bütün çabalarına karşın, gençken şımarık, vurdumduymaz biri olduğundan ve sanattan hiç etkilenmediğinden söz eder anılarında. Ama sonra Birinci Dünya Savaşı çıkar; Tillich askere alınır. Birliğinden (savaşın sonuna kadar birliğin dörtte üçü çatışmalarda hayatını kaybedecektir.) izin alıp ailesini ziyarete gittiğinde, fırtınalı bir gün kendisini Kaiser Friedrich Müzesi’nde bulur. Üst kattaki küçük bir galeride Boticelli’ nin Çocuklu Bakire ve Şarkı Söyleyen Sekiz Melek adlı tablosunu görür. Bakirenin o bilgece, yumuşak, şefkatli bakışlarıyla karşıları karşılaşmaz hıçkırıklara boğulur. tillich’in deyişiyle o “aydınlanma” anında, tablonun şefkat dolu atmosferi ile siperlerde tanıklık ettiği barbarlıklar arasındaki zıtlıktır göz yaşlarını tutamamasının nedeni.