"Diyelim ki balıkmışım ben, sen de balıkçı. İkimiz de biliriz sineğe bile kıyamazsın, öyle boş oltayı atarsın denize. Bilirsin salak olmadığımı, ama aşık olduğumu bilmezsin. Ben sana inat yakalanırım şaşırırsın nereden çıktı bu diye... İstediğin balık değil ki, oturmak iskelede. Mecbur çekersin yukarıya. Acı çekiyorum, uzanırım avuçlarına. Dudaklarıma dokunursun, iğneyi çıkartacaksın ya, yoksa sevdiğinden falan değil.. Bilirim senin yanında yaşayamayacağımı, sen de bilirsin. Öldürmeye kıyamazsın, bakarsın avucundaki aptal balığa, ben de sana... Sonra beni kurtarmayı seçersin, ben avuçlarında ölmeyi seçmiştim oysa... Bırakırsın denize. Yüzünde kahraman gülümseme. Hayat kurtardın ya biraz önce. Sessizce boğulurken mavilerde son kez bakarım iskeleye, iskeledeki aptal balıkçıya, sen de kurtardığın balığına..." Ne de olsa dedim ya kıyamazsın...
stemediğim konuları bazan düşünmemeyi başarabiliyordum.Bazan da tam tersi oluyor,düşünmeyi istemediğim bir resmi ya da kelimeyi aklımdan hiç çıkaramıyordum.
Biz kahve değirmeniyle, kahve cezvesiyle, kahvesiyle, eviyle, minderiyle,hukukuyla, felsefesiyle kendimize bir ikinci dünya yaratırız. Sonra da bu yarattığımız dünyanın esiri oluruz. Başlar o bizi yaratmaya.
...En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.
- Benim artık rahatım yok! dedi.
İnsan talihi bu idi. Hiç kimse yıldız olarak kalamıyordu. Muhakkak hayalimizdeki yerinden inecek, herkese benzeyecekti.