Emre Dinç

Köle Ticareti
Afrika'da köle tacirlerinin geç köleleri ele geçirme usulleri hakkında en ilgi çekici rivayet Tahir el Mervezi tarafından kaydedilmiştir. "Komşu ülkelerden gelen köle tacirleri çocukları ve gençleri ele geçirmek maksadıyla, Zencilerin yaşadıkları yerlerde otların arasına gizlenirlerdi. Yanlarında getirdikleri hurmaları çocukların oynadıkları yerden ormanın içine doğru serperler, hurmaları toplamak için ormanın içlerine doğru giden çocuklar yerlerinden uzaklaşınca onları takip ederek ormanda yakalarlar ve kendi memleketlerine götürürlerdi."
Reklam
Topluma Uyamayanlar
Topluma uyamayanların hayal kırıklığı çeşitli derecelerde olabilir. Bunlardan birincisi geçici olarak topluma uyamayanlardır ki, bu sınıfa girenler: hayatta yerini bulamamış fakat henüz bulma umudu taşıyanlar; delikanlılık çağındaki gençler; iş bulamamış yüksekokul mezunları; askerlikten ayrılmış olanlar; yeni göçmenler ve benzeri kişilerdir. Bu kişiler huzursuzdur, tatminsizlik içindedir ve amaçlarına ulaşıncaya kadar en güzel yıllarının ziyan olacağı endişesini taşımaktadırlar. Bunlar, aldatıcı bir kitle hareketinin çağrısına kanmaya hazır durumda olmakla beraber, her zaman için vefalı birer taraftar olarak sayılmazlar. Çünkü bunlar kendi özlerinden geri dönülmez bir şekilde uzaklaşmış değildir ve durumları çaresiz derecede bozuk görmezler. Bu kişiler için amacı ve umudu olan bağımsız bir kişi olma fikrini benimsemek kolaydır. En ufak bir ilerleme ve başarı belirtisi bu kişileri kendileriyle ve dünyayla barıştırır.
Babasının izinden gitmeyi reddeden çocuk, insanoğlunun en eşsiz yeteneğinin simgesidir. "Babam gibi olmak zorunda değilim. Babamın kurallanna uymak ya da inandığı her şeye inanmak zorunda değilim. Bir insan olarak neye inanıp neye inanmayacağımı ve ne olup ne olmayacağımı seçebilme gücü benim elimdedir."
Sayfa 515 - İthaki YayınlarıKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kitapla zehirlenmeye gelince; olmaz öyle şey. Sanatın eylem üzerinde etkisi yoktur. Sanat eyleme geçme isteğini yok eder. Şahane bir kısırlığı vardır. Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır.
Gerçi bir roman yazmayı çok isterim. Bir Acem halısı kadar güzel bir roman, öylesine de asılsız. Gelgelelim İngiltere'de halk gündelik gazetelerle ansiklopedilerden başka kitap okumuyor ki! Dünya halkları arasında edebiyatın güzelliğinden en az anlayan halk İngilizlerdir.
Reklam
"Her zaman! Çok çirkin bir deyim bu. Duyar duymaz kanım donar. Kadınlar bayılırlar bunu kullanmaya. Her aşkı, sonsuza dek sürdürmeye çalışarak berbat ederler."
Birkaç yıldır yaşamakta olduğum bu ülkenin insanlarına haksızlık etmek istemiyorum ama aziz diye çağırsalar da bir put korkusuyla günah işlememek, İtalyan halkının pek de erdemli olmayışının tipik bir belirtisi gibi görünüyor bana. İsa'dan çok Aziz Sebastiano'dan ya da Aziz Antonio'dan korkuyorlar. Bir yeri temiz tutmak istedikleri zaman oraya kimse işemesin diye oraya bir tahta parçasının ucuyla Aziz Antonio'nun bir resmini çizerler, çünkü İtalyanlar köpekler gibi duvara işerler; bu resim oraya gitmek isteyenleri kaçırır.
Gelin mikrofonu bizzat Foucault'ya verelim: "Fransa'da anlattıklarınızın yüzde onu anlaşılmaz olmalı, yoksa insanlar sizin derin bir düşünür olduğunuzu düşünmezler."
Thomas Hobbes'un "Gücün itibarı gücün ta kendisidir" lafından hareket eden akademisyenler, normal insanların anlayamayacağı teknik terimler ve uzun cümleleriyle dili bir "kültürel sermaye" olarak kullanmakta ve bu sermayeyi diğer sermaye türlerine çevirmeye çalışmakta aslında. bu "yüksek" akademik dil normal kullanımından uzaklaştıkça kullanıldığı alanın otonom bir sisteme sahip olduğu illüzyonunu da yaratıyor. Uzmanlık isteyen bu sistematik dile hakim olmak da akademisyenlerin yaptığı işi daha kompleks ve özgün göstererek kendilerine büyük bir itibar sağlamakta. Ne kadar karmaşık ve anlaşılmaz yazarsan o kadar orijinal bir şeyden bahsediyormuşsun gibi durur.
Emekli bir Alman olduğunuzu düşünün. Ya da sabit bir maaşla geçinmeye çalışan bir memur. Bunca yıldır biriktirdikleriniz hiperenflasyon nedeniyle eriyip gitmiş. Peki ya dört sene siperlerde kelle koltukta vuruşan ve terhis olduktan sonra ne iş bulabilen ne de aile kurabilen askerler. 1920'lerin ortalarından itibaren başlayan ekonomik düzelmeyle tam düzlüğe çıktık dediğiniz anda gelen 1929 Buhranı. Tekrar dalga dalga zamlar ve yaygın işsizlik. Çaresizsiniz. Çevrenizde bir sürü size benzemeyen insan var. Göçmenler, komünistler, sosyalitler ve her ne kadar uzun süredir bir arada yaşıyor olsanız da çocukluğunuzdan beri haklarında bir sürü hikaye duyduğunuz Yahudiler. Buhran bir sene önce, 1928'de anca %2.6 oy alabilen Nazilerin, 1932'de her üç Alman'dan birinin oyunu almasını sağlayan faktörler işte bunlar.
Sayfa 47 - Kronik yay.Kitabı okudu
Reklam
Üvey babalarının gözetimden ölen okul öncesi çocukların kendi babalarının gözetiminde ölenlerden 40-100 kat daha fazla olmasını başka türlü açıklamak istemiyoruz zira. Gene etnografik incelemeler bazı kabilelerde erkeklerin kendilerine benzemeyen çocuklardan şüphelenip onların öldürülmesini istediğini gösteriyor. Hatta iki tanesinde (Tikopia ve Yanomamö) erkekler, evlenmek için dul kadınlara önceki evliliklerinden olan çocuklarının öldürülmesini şart koşuyor.
Sayfa 39 - Kronik yay.Kitabı okudu
Her grup, üyelerini çeşitli adet ve ritüellerle kendine bağlar ve başka grupların üyelerinden ayrı konumlandırırdı. Bir Müslüman'ı Hıristiyan'dan farklı kılan en önemli farkın sünnet olması gibi ki İspanya topraklarına sızmaya çalışan Osmanlı casuslarını birçok kez ele veren cinsel organlarıydı.
Mesela Osmanlı İmparatorluğu, komşularıyla karşılaştırıldığında yabancıları daha müsamahalı davranan bir imparatorluktu. Sadece Macar'ın birine top döktürmekten bahsetmiyoruz; Balkanlardaki ilk yayılma sürecinde Hıristiyanların nasıl kendi içine alıp absorbe ettiklerini İnalcık Lowry ve daha birçoklarının çalışmalarından okumak mümkün. Bunların bir kısmının dinini koruyarak devlete entegre olmasında bile bir sakınca görülmemişti; onbeşinci yüzyılda Hıristiyan sipahilere rastlamak işten bile değil. Gerçi bu esneklik imparatorluk sistemi oturdukça azalacak; zira karşımızda biraz da adam yokluğundan kaynaklanan bir durum var.
Sayfa 22 - Kronik yay.Kitabı okudu
Uyandığımda, neredeyse akşam yemeği çanları çalıyordu. Donuk ve sersem gibi hissediyordum kendimi, çünkü gündüz uykusu bedenin günahı gibidir: Ne denli çok işlenirse, o denli çok istenir. Gene de insan kendini mutsuz hisseder; aynı zamanda hem doygun hem de doymamış.
Sayfa 228Kitabı okudu
Bu karışıklık yıllarında imparatorluk ayrıca din baskısından kaçanların sığınağı oldu. Örneğin, Fransa'dan zorla sürgün edilen Huguenotların bir kısmı XVII. yüzyıl ortalarında İstanbul'da kaldı ve İngiltere'de Cromwell'den kaçmış bazı Anglikan din adamları, Quaker mezhebi mensupları, Anabaptistler ve hatta Katolik Cizvitler ve Kapuçinler İmparatorluğa yerleştiler ve topraklarında dolaştılar. Böyle eklektik bir Hristiyan karışımına bakınca Batı Avrupalı dinsel muhalifler için kolonyal dönemdeki tek sığınağın Kuzey Amerika olmadığı akla geliyor.
61 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.