Süreyya Ağaoğlu Latife’yi bir gazeteciye anlatırken, “Latife Hanım kendini tanıtamadı, onu anlayamadılar” demiş, doğru da söylemiş.
Ağaoğlu’nun niye doğru söylediğini size kısaca anlatmaya çalışayım.
Latife, İzmir’e ilk otomobili ve vapuru getiren ve ayrıca ilk havagazı fabrikasını kuran İzmir Belediye Başkanlığı yapmış bir babaya, Halit Ziya Uşaklıgil gibi meşhur romancı olan bir amcaya sahipmiş.
Varlıklı ve eğitimli bir aileden gelen Latife Sorbonne’da hukuk okuyan, latince de dahil olmak üzere yedi dile hâkim olan, at binip, ileri derece piyano çalabilen bir kadınmış. Tüm bu donanımların neticesinde de ne istediğini bilen, güçlü kişilikli bir karakter meydana gelmiş. Latife, evleneceği kişinin bir adım gerisinde değil aksine bir adım önünde durabileceğini düşündüğünden, Atatürk gibi Türk halkınca çok sevilip itibar görülen birine tam manası ile sahip olamadığı ve ona sözünü geçiremediğinden dolayı o değerli evliliği sürdürememiş.
(Dostlarına yazdığı mektuplarda evliliği süresince yaptığı kimi şımarıkça hareketlerden ve evliliği bitirmesinden pişman olduğunu görüyoruz.)
Kitapta Atatürk’ün yüz güzelliği pek olmayan bu ufak tefek kadınla evlenmesinin yegâne nedeninin Türk halkına, bir Türk kadını nasıl olmalının portresini çizmek için olduğunu anlıyoruz.
Bu kitap benim Latife Hanıma olan bakışımı değiştirdiği gibi ona karşı saygınlığımı ve hürmetimi de kazandırdı.