494 sayfalık bir şaheser. Yıllardır kütüphanemde ve sonunda okuyabildim. Okudum okumasına da nasıl yorumlayacağım bilemiyorum. Zira ne desem eksik kalacak. Hani "anlatılmaz yaşanır" derler ya bu söz bu kitap için "anlatılmaz okunur" olarak değiştirilebilir.
İlk olarak kitabın ilk paragrafından hatta ilk sayfasından söze başlamak gerekiyor. Gelmiş geçmiş en etkileyici kitap girişi olarak söyleniyor. Bana kalırsa da çok ama çok etkileyici bir giriş. Başta yarattığı o iddialı girişi kitabın devamında da görüyoruz. Bir ara şu alıntıyı da yazayım bunu da yazayım derken bir baktım sonu gelmeyecek bu alıntıların, öyle ki kitabı yazacak hale getirebilir, diye düşünüp vazgeçtim.
Kitap Fransız devrimi döneminde iki şehirde Londra ve Paris'te geçiyor. Kanlı bir devrim olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Paris'te, sapla saman birbirine karışmış, giyotin denen illet haklıyı da haksızı da ayırmadan öldürmüş, insanların kan görmekten artık gözü dönmüş, casusların kol gezdiği tekinsiz bir yer olmuş. Son yüz sayfasını tabiri caizse nefes nefese okudum. Bir yandan kitap bitmesin istedim bir yandan da o kanlı ortamdan bir an önce kurtulmak istedim. Muhteşem bir anlatım ve harika bir çeviri.
Charles Dickens'tan okuduğum ilk kitaptı ve tek kelimeyle enfesti. Diğer kitaplarını da listeme ekledim.