Dilek

Dilek
@Green83
Kitap okumayi seviyorum. Buradaki amacim sadece kitaplar hakkinda insanlarin fikirleri ve begendigim yazilari alintilamak.LUTFEEEEEN TANISMAK ICIN YAZI YAZMAYIN. Cevap yazmam. Ustelerseniz engellerim.
İlk günlerde helikopter kameralarından alınan şiddet görüntüleri televizyonlarda yayınlanıyordu, sonra o yayınlar kesildi. Çatışma haberleri hâlâ veriliyor ama yakın plan görüntü yok, ancak uzaktan çekilmiş 8belli belirsiz görüntüler var. Başlangıçta kamuoyunda oluşan "bu çılgınlığa dur denilsin" havası da dağıldı böylece. Herkes bunun nereye varacağını merak ediyor. Bazı gönüllüler, karantina bölgelerine bitişik yerlerde, ya da bölgelerin İçinde, devletten bağımsız şekilde, yaralılara tibbl hizmet vermeye çalışıyorlar. Devletin hiçbir şeye karıştığı yok. Devlet, abukların azalarak bitmesini bekliyor gibi.
Reklam
"Hastalık evriliyor mu?" diye soruyor televizyon yorumcuları birbirlerine. Bu yeni gelişmeden içten içe memnun olanlar da var, hastaların kendi hallerine bırakılmaları gerektiğini ve aralarındaki sorunları ancak kendilerinin çözebileceği lafları dolaşıyor. Bu, deyim yerindeyse, abuğu abuğa kırdırmanın kibarca söylenmiş hali. Abukların birbirlerini imha etmelerinden üzüntü duymak için bir nedenimiz yok. Bizim çoktan yapmış olmamız gereken şeyi kendi kendilerine yaparak bizi olası vicdan azabından kurtardıkları için minnettar olabiliriz ancak
Televizyonlara bakarsanız, salgınla mücadelede önemli gelişmeler sağlanmıştır, yakın bir gelecekte salgın tamamen kontrol altına alınacaktır, bu arada bir tedavi bulunmasında da son aşamaya gelinmiştir. Oysa dışarıda şahit olduğum hayat çok farklı, iyiye doğru herhangi bir gidiş göze çarpmıyor, tüm önlemlere rağmen hastalık yayılmaya devam ediyor.

Reader Follow Recommendations

See All
Oysa gerçekte tabii ki, öyle duyar duymaz kapmazsınız hastalığı. Önce dinlemeniz gerekir. Bir cümle, bir soru dikkatinizi çeker; tuhaf, muzip, komik, cin gibi falan bulmuş olabilirsiniz. Bunu nereye bağlayacağını merak edersiniz. Dinlemeye başlarsınız. Sizde şöyle bir his yaratır: "Ne dediğini anlamıyorum ama anlamak üzereyim sanki." Tam o anda anlamıyorsunuzdur ama ardından gelecek açıklamayla her şey aydınlanacak gibi gelir. Ama bir sonraki cümleyle biraz daha gömülürsünüz içine. Burada geri dönüşü olmayan bir noktadan geçersiniz, fark etmeden. Sonra "yeniden doğuş" gibi bir deneyim yaşarsınız, bir anda bütün abuklamalar, ta en başında söylediklerinden son cümlesine kadar, ihtişamlı bir bütünlük olarak karşınızda belirir. Öteki tarafa geçmişsinizdir. Artık mantıklı bir cümle kuramayacak, normalde yaptığınız hiçbir işi yapamayacak, en basit becerilerinizi saçmalayacaksınız. bile hatırlamayacak, sadece saçmalayacaksınız.
Bunları duyunca itiraz ettim: "Peki ama bu demek oluyor ki, ülkenin dertleri hakkında sürekli fikir beyan eden bu insanların aslında olup bitenden haberi yok. Halkın arasına hiç karışmıyorlar, sokaktaki duruma doğrudan tanıklık etmiyorlar. Her konuda ileri geri konuşma cüretini nereden buluyorlar?"
Reklam
Özgür bilgisayardan başını kaldırdı sonunda. Devam ettim söze: "Şu çığırından çıkmış dünyada yaşıyoruz ve eğer dışarıda dolaşıp, birileriyle konuşup, değişik yerlere girip çıkıp bir şeyler yapmaya devam edeceksek, bunun bir anlamı olmalı. Yani bir şeyleri değiştirmek için bir şey yapmayacaksam, neden dışarı çıkayım ki! Annemin evine kapandığımda çok daha iyisini yapıyorum. Kimseyi rahatsız etmeden yavaş yavaş ömrümü dolduruyorum. Kafamın içindeki şeytan beni anlamsızlığın hüküm sürdüğü bir evrene çekmeye çalışıyor. Ona karşı direniyorum. Ama anlaşılamayanı anlamak için çaba sarf etmeyeceksem başka herhangi bir şey için çaba sarf etmenin ne anlamı var! Oysa sana bakıyorum, sen dünya haline uyum sağlamışsın. Konduğun kabın şeklini almışsın. İdeal düzenini bulmuşsun, para içinde yüzüyorsun. Araştırma dediğin şey de hastalığa karşı bağışıklık sağlamak üzerine. Hastalığın varlığıyla bir derdin yok. Yıllarca kafa patlattığımız şeyden vazgeçmişsin. Yani bütün bu meseleyi çözmekten..." "Bütün dünyada binlerce bilim insanının yıllardır uğraşıp çözemediği meseleyi biz ikimiz mi çözeceğiz?" "Neden olmasın?"
Kendi aralarında hararetle tartışanlar, itişip kakışanlar da vardı ama bize pek bulaşan yoktu. Sadece bir ara, bir çocuk, seyyar satıcı gibi yanımıza yaklaşıp, yuvarlak kıçımızdan memnun olup olmadığımızı sordu. "Memnunuz," diyerek geçiştirdik. Aslında önereceği kayda değer bir alternatif var mıydı, insan merak etmiyor değil.
Güldü, "Evet, o yüzden dünyayı değiştirecek bir şey dedim ya," dedi. "Aslında tam olarak dediğin gibi değil. Yani ilacı sürekli kullanmak zorunda değilsin, sadece hastalığa maruz kalma ihtimalin olan zamanlarda kullanırsın, diğer zamanlarda da normal hayatını sürdürürsün. Mesela sokağa çıkacağın zaman alırsın. Düşünsene, sokaklar hiçbir şeyi merak etmeyen, hiç sağa sola bakmadan robot gibi yürüyen insanlarla dolacak. Eski bilimkurgulardaki gibi... Süper bir şey olmaz mı?"
Bu herifler, klinikte, oraya başka nedenlerle gelmiş yoksul insanlar üzerinde testler yapıyorlar. Doktor kılığına soktukları ARDS hastalarını üzerlerine salıyorlar." Bir kahkaha attı, sonra devam etti. "Zavallı adamlar, doktor kılığında birini gördükleri için güveniyorlar haliyle. Dinlemeye başlıyorlar. Doktor kılığındaki abuk, anlatıyor da anlatıyor. Hiçbiri kaçmıyor. Hiçbiri şüphelenmiyor. Hepsi kuzu kuzu dinliyorlar. Bu arada bizim eleman beyin ve hormon aktivitelerini izliyor." Üzerinde grafikler olan başka bir kâğıt aldı eline. "Bak burada test sonuçlarını vermiş. Beynin öğrenme merkezleri ışıl ışıl yanıyor ve dopamin salınımı acayip artıyor. Hastalıktan şüphe duymak aklına gelmiyor, çünkü o sırada hayatın anlamını İdrak etmekle meşgul. Öğrenmekten aldığı hazdan sarhoş."
"Ha evet, ilaç... Abi, insanı hastalığı kapmaya götüren şey nedir? Yani, birisi karşında saçmalarken onu neden dinlersin?" "Kibarlıktan?" "Yok be hocam, meraktan. Yani tanımadığın biri gelip sana abuk sabuk bir şey söylese, hasta olduğundan şüphelenirsin ve hemen kaçarsın. Ama tanıdığın biri sana bir şeyler anlattığında, şimdi benim sana anlattığım gibi, sonu nereye varacak diye merak ediyorsun. Abuklamayla karşılaşsan bile onu teşhis edemiyorsun çünkü merak duygusu baskın çıkıyor." Yığının içinden birtakım kâğıtlar çıkardı. "Hastalığı kapanların %80'den fazlası, yakından tanıdığı birinden kapıyormuş, bunu biliyor muydun? Yani kalkanlarını İndirdiğin anda, abuklamayı teşhis edemez oluyorsun. Neden?" "Hmm, bilmem, güveniliyorsun belki."
Reklam
Bir ara "ner-de-çok-luk-or-da-bok-luk" diye slogan atan on- on beş kişilik bir abuk grubunun geçişi bayağı bir kargaşa yarattı. Kızlar bağırarak kaçıştılar, çevredeki binalardan çıkıpbir anda toplanan, elleri sopalı başka bir grup, abuk grubuna saldırdı. Abuklar geldikleri yöne doğru kaçtılar. Biraz sonra ortam sakinleşti, olağan keşmekeşine geri döndü.
Sadece burada değil, dünyanın her yerinde. Geriye kalanların dini inançlarını topluca kaybettiğini söylemek çok zor tabii, inananlar kendi çaplarında inançlarını yaşamayı sürdürüyorlar. Ama din, uzunca bir süredir topluca yaşanan ve üzerinde konuşulan bir şey olmaktan çıktı. Camiler, önceden merkezi hayatın sürdüğü şebekenin birer parçasıydılar. Ama sonradan, deyim yerindeyse, enfeksiyona en açık olunan yerler oldukları anlaşıldı. Birbirini tanımayan insanları ilişkide bulunmaya teşvik eden her yer gibi, toplum hayatından dışlandılar.
Şehrin bu kısımları, artık neredeyse kimsenin gitmediği tarihi camilerle dolu. Hâlâ bakımları yapılıyor, çürüyüp gitmeleri engelleniyor. Namaz saatlerinde, bazen içeridesessizce ibadetini yapan birkaç kişiye rastlanıyor. Ama çoğunlukla hiç kimse olmuyor. Dindarlar salgından daha çok etkilendiler. İstatistiksel olarak böyle bir veri var, nedeni tam anlaşılamasa da. Bir düşünceye göre dindar insanlar, genel olarak inanmaya daha eğilimli oldukları için, abuklamaya karşı kendilerini korumakta zayıf kaldılar. Hastalığın varlığından haberdar oldukları halde, dini içerikli konuşmaların, vaazların, hutbelerin hastalık taşıyabileceğinden şüphelenmediler ya da bundan şüphelenmekte geç kaldılar. Üstüne üstlük salgının ilk günlerinde oluşan panik hali, özellikle muhafazakar kesimleri; interneti, akıllı telefonları ve salgının yayılmasından mesul gördükleri her türlü şeytan icadını düşman belleyip dine daha çok sarılmaya yöneltti. Böylece dinsel kaynaklardan gelen tehlikeye karşı iyice savunmasız kaldılar. Sonuçta dindar kesimlerde büyük bir kıyım oldu.
Tuhaf olan, hayatın bu şekilde iyi kötü sürmesi. Ekonomi bir şekilde işliyor. İnsanlar işlerine gidiyorlar, alışverişlerini yapıyorlar, evlerine dönüyorlar. Mallar süpermarketlere gelmeye devam ettiği sürece sorun yok. Demek ki herkese ait ortak alanlara, giren çıkanı kimsenin kontrolden geçirmediği sokaklara, parklara, meydanlara ihtiyacımız yokmuş yapabiliyormuşuz.
Biz de boş verilmiş bir bölgedeyiz şu anda. Resmen karantina bölgesi değil. Televizyona bakılırsa, normal bir hayatın sürdüğü huzur dolu şirin mahallelerden biri. Ama artık şirin mahalle falan yok. Mahalle denebilecek her yer şirinlikten çok uzak. On dakikada bir itfaiye ya da ambulans geçiyor. Nereye gidiyorlar, belli değil. Bir yerlerden dumanlar yükseliyor sürekli. Başka bir yerlerden de acayip kokular geliyor. Huzurlu denebilecek hayatın sürdüğü yerler ise mahalle denince aklınıza gelen yerlere hiç benzemiyor. Kapılarında güvenlik görevlilerinin durduğu kocaman duvarların arkasında birbirinin aynısı binalardan oluşan siteler... Bir sitenin duvarının bittiği yerde bir başkası başlıyor
442 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.