Değişmek,
kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir
oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle
saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde,
bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor.
Barınamazsın o kovukta yabancı, diyor. Tükürük bezleri, o
küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir
yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya
çalışıyor. Boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp
yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. Hepsi el birliğiyle
uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. Dilin ucu parçalanıyor,
boğaz kuruyor. Amaç, canlının bütünlüğünü korumak,
değişmesini önlemek. Yeni olan her şeye isyan ediyor
vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor.
Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok
Beyefendi benim gibi tahsilli ve istikbali parlak bir gençle bulunmaktan memnun. Karşılıklı hanımefendilere gıyabi hürmetlerimizi arz ediyoruz. Oysa ben daha bir gün önce geceyi kerhanede bir orospunun kollarında geçirmişim. Buyrun bakalım oysa adam evine gidiyor bana dokundu eliyle karısını ve henüz açmamış bir gonca olan kızını tutuyor rezalet! Buyrun bakalım hastalık en namuslu evlerin yatak odalarına kadar giriyor sinsice. Ben sivrisinek gibi mikrobu oradan oraya taşıyorum her yere hatta kendi evime bile...