Sonsuz sevilme ve değerli olma arzusu, varoluşun özüne işlemiş, adeta varoluşun kendisi olmuştu. Sorun bunu istemek değil, yanlış yerde aramaktı. Yaratıcının verdiği sonsuz değere dudak büküp de mutlak sevilme ve değerli olma ihtiyacının karşılığını insanlarda bulma çabasına giren kişi, kaçınılmaz olarak hayatını cehenneme çevirir. Ve işte kâbus bu yolda harcanan çabada başlar. İşte o an insan, mükemmel olduğuna ve olması gerektiğine inandırır kendini. Hatalarını kabul etmek istemez. Kendine biçtiği bu mükemmellik kisvesini başkalarının da onaylamasını ister; beklediği ilgiyi ve sevgiyi göremeyince hırçınlaşır. Sürekli savunma halinde yaşamaya başlar. Alınganlaşır. Eleştiriye tahammül edemez hale gelir. İnsanlara öfke beslemeye başlar. Mutlak acziyetiyle yüzleşince kendisiyle de arası açılır. Bunlar insanın kendi içinde kurduğu cehennemin odunlarıdır. Odunlar biriktikçe birikir ve sonunda alev alır. İçini kavuran acı ruhunu sarınca da, "Beni niye yarattın?" diyerek öfkesini Yaratıcıya yöneltir.
“Ben insanın ihtiyacı olan şeyin çılgınca sevilmek bile değil, mutlak bir şekilde, eksiksiz, ebedi sevilmek olduğuna inanıyorum," dedi Dr. Mavi. Kırmızı'nın dikkatini çekmişti söyledikleri. "İnsanın sonsuz sevilme talebi bir ihtiyaçtır. Çünkü insan yokluktan yaratılmasıyla birlikte sonsuz bir yol alır ve bu onun sonsuz sevildiğinin, ona sonsuz değer verildiğinin bir göstergesidir. İnsanın tüm yaşam hikâyesi bunun üzerine kurulu. Sonsuz değerliliği bir kere tadan bir insan bunu bir daha asla ruhundan çıkaramıyor."
İnsanlar onlar tarafından sevilme çabanızı bir kere fark ettiklerinde, kendi ellerinde inanılmaz bir güç hissediyorlar.Varoluşumuzu onların aynalarında yansıttıkları şeyle özdeşleştirdiğimizi anladıklarında daha da cimrileşiyor, bizimle oynamaya başlıyorlar. Yani bağlılığımızdan yararlanabiliyorlar.
Yahudi Paskalyası’nı çok eski bir gelenek düzenler. Paskalya her yiyeceğe simgesel bir anlam verilen Seder'le -aile yemeği başlar.
…
Aşağı yukarı iki bin yıl önce, Tapınağın Titus tarafından yıkıldığı günden beri, bütün bir ulus dördüncü kadehi “Gelecek yıl Kudüs'te buluşmak” dileğiyle boşaltır.
İngilizlerin gitmek üzere oluşunun güçlerini tek kişi komutasında toplamalarının en zorunlu kıldığı an, Filistin Arapları ayrı ayrı çeteler sistemine dönmüşlerdi.
…Muhammet Heykel. Bu genç ve ileri görüşlü gazeteci Filistin'den geliyordu, haberlerinde Yahudileri hep yürekli ve örgütlenmiş düşmanlar olarak göstermekteydi. Nukraşi Paşa tarafından çağrılıp, kendisinden ulusun moralini bozan yazılarındaki havayı değiştirmesi sertçe rica edildi.
İngiltere'nin Kahire Büyük Elçisi Sir Ronald Campbell, Mısır savaşa girerse lngiltere'nin buna engel olmayacağını ve birliklerinin hareketine zorluk çıkarmayacağını Başbakana bildirdi. Hatta Süveyş Kanalı bölgesindeki askeri depolarını Mısır'lılara açmaya hazırdı bile.
….
Bu stratejinin Ben Gurion'a kabuslar geçirtecek kadar başarılı yanları vardı. Öngördüğü güçler savaşa gerçekten katılırsa, başarıya ulaşma olanakları çok büyüktü.
Ama bu planın en ateşli taraftarları Riyad Sulh ve Cemil Mardam, başarısının amansız bir nefretin birbirine düşman ettiği iki kralın anlaşmasına bağlı olduğunu biliyorlardı. Yalnız bu iki kral gerçek birer orduya sahiptiler. Biri Ürdün kralı Abdullah'dı, öteki de arap dünyasının tek gerçek önemli askeri gucünü Filistin'de tehlikeye atmayı inatla reddeden Mısır Kralı Faruk.