Yeni oluşturulan şehir ve kentlere baktığımda insanların yıkıntıları gibi kentler ve şehirler de ya yukarıya ya da aşşağıya doğru yıkılmakta.. İstanbul ve Bursa gibi şehirlerin tepesine ya çarpık veya dikey kentleşmeye yönlemdiriliyor da üzerindeki şehir ibaresinin hiçbir anlamı kalmıyor maalesef. Oysaki tarihine uygun yapılan yapılsaydı eski şanına ve ihtişamına kavuşur, milyon turist ağırlardı. Bakın Bursa da ufak bir köy, 800 yıllık tarihi evleriyle kendisine yerli ve yabancı turistleri çekmeye devam ediyor.
Bunun gibi bir çok yapının yok olduğunu görüyoruz. Mesela iznik de bir yol yapıldı. Ve ben oradan geçerken kırık dökük surların yerinde yel esiyordu. Bir parça uzunluktaki o Sur`u kaybetmişler. Acınası bir hal.
İtalya, Rusya, Fransa gibi ülkeler nasıl turist çekiyor diye aval aval bakıyoruz. Adamlar yazarlarının yaşadığı eve dahi sahip çıkıp müze yapıyorlar. Biz yazarlarımıza, şairlerimize ve de tarihimize saygı duymuyoruz. Duymadığımız gibi köklü bir dilimizi de kaybettik ve kaybetmeye devam ediyoruz.
Saygınlığı olmayan bir toplumu kim neden duysun ve dinlesin? 350 bin kelimeye sahip dilimize sahip çıkmadık.
"ölenleri kimse yâd edmiyor artık, yaşayan ölüleri bile!"
Kalabalıklarda kaybolur insanların bazıları. Bazılarıysa hep yalnız.
Demek ki bir yerlerde yanlış ruh eğiliminde bulunuyor insan.
Bir grup insan vardır. Bunların yalnız olduğu ve yalnızlığın onların hayatlarında yeri olması gerektiği muhakkak. Peki ya diğer insanlar; hayata küsenler, hayatta anlam bulamayan-kaybedenler, kaderine dert yananlar vs.. peki ya bunların bilinçsizce (kendileri de isteyerek) yalnız kalmaya çabalamaları ne kadar doğru. Birilerine ceza kestiğini zannedip de kendine ceza kesmek biraz ahmaklık olsa gerek.
İnsan topluluğa karıştığında değerli bir birey olduğunu fark eder. Toplumun bir bölümü iyi niyet göstermeyen fertler olsa bile. Sen toplumda hayat bulmalısın.