İnannanınAşkı

İnannanınAşkı
@Kabugunukiraninci
Yüzmeyi ve dalış yapmayı ,kitap okumayı ,hayvanları ve kitapları çok seven ,öğrenmeyi öğrenen bir öğretmen... Makedonca,Rumca, Farsça تاريخي عمرو ما يتمحى... youtu.be/76DenBXm3d4?si=...
Sabitlenmiş gönderi
youtu.be/hy2X6cWi1Is?si=... Ne zaman dinlesem aklıma 2 yıl önce kaybettiğim kardeşim gelir... Acısıyla tatlısıyla.. Şimdi bana geriye kalan.. Emanetin emanetimdir. Mekanın cennet olsun kardeşim...😔😔😔
Reklam
Collingwood'un görüşleri şöylece özetlenebilir. "Tarih Felsefesi "kendi başına geçmişle" ya da "tarihçinin kendi başına onun hakkında düşünceleri" ile değil, "karşılıklı ilişkileri içinde bu iki şeyle birden" ilgilidir. (Bu yargı "tarih" kelime sinin bugün kullanılan iki anlamını yansıtmaktadır - hem tarihçi tarafından yürütülen soruşturmayı hem de tarihçinin soruşturduğu geçmiş olaylar dizisini.) "Tarihçinin üstünde çalıştığı geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlam da bugün hala yaşayan bir geçmiştir." Fakat geçmiş bir eylem, tarihçi onun ardında yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu nedenle, "Bütün tarih düşüncenin tarihidir" ve "tarih, tarihi üstünde çalıştığı düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden oluşmasıdır." Tarihçinin zihninde geçmişin yeniden kurulması deneysel kanıtlara dayanır. Fakat bu, kendi içinde deneysel bir süreç değildir ve yalnızca olguların art arda dizilmesinden ibaret olamaz. Tersine, olguların seçilmesini ve yorumlanmasını, yeniden kurulma süreci yönetir: Zaten, onları tarihi olgular yapan da budur
Bu noktada, 19. yüzyıl tarihçilerinin neden genellikle tarih felsefesine karşı kayıtsız kaldıkları sorusu üstüne birkaç söz söylemek isterdim. Bu terim Voltaire tarafından icat edilmiştir, o zamandan beri de değişik anlamlarda kullanılmıştır; ben onu, eğer kullanacak olursam, "Tarih nedir?" sorusunun cevabı anlamında alacağım. Batı Avrupa düşünürleri için, 19. yüzyıl kendine güven ve iyimserlik taşan rahat bir dönemdi. Olgular genel olarak doyurucu sayılıyordu; onlar üstüne biçimsiz sorular sormak ve bunları cevaplamak eğilimi ise bir o kadar kötü bir şeydi. Ranke, eğer kendisi olgulara bakarsa, tarihin anlamını Takdir-i İlahi'nin çözeceğine sofuca inanmaktaydı. Burckhardt'a gelince, o daha çağdaş bir kinikçe tutumla "Sonsuz bilgeliğin amaçlarının gizi bize açıklanmamıştır" (tanrının işine akıl sır ermez) diyordu. 1931 gibi geç bir tarihte Profesör Butterfield, besbelli bir hoşnutlukla, "Tarihçiler şeylerin doğası ve hatta kendi konulanın niteliği üstünde pek az düşünmüşlerdir." diye yazmaktaydı.
Olguların doğrudan doğruya kendilerinin konuştukları söylenirdi. Bu, elbette, doğru değildir. Olgular yalnızca tarihçi onlara başvurunca konuşurlar; hangi olgulara, hangi sıra ya da bağlam içinde söz hakkı verileceğini kararlaştıran tarihçidir.
Bir tarihçiyi kesinliğinden dolayı övmek, bir mimarın yapısında iyi fırınlanmış kereste, gereğince karıştırılmış harç kullandığından ötürü övmeye benzer. Bu, onun işinin zorunlu bir koşuludur, fakat onun temel işlevi değildir. Tarihçiye tarihin "yardımcı bilimleri" denilen -kazıbilim, yazıt bilim, eski para bilimi, olay dizim bilimi vb. gibi- disiplinlerden yararlanmasına izin verilmesi, işte bu tür sorunlardan ötürüdür. Bir çömlek ya da mermer parçasının kökenini ve dönemini belirlemesini, ne dediği bilinmeyen bir yazıtı çözmesini, kesin tarihi ortaya koymak için gerekli derin hesap lan yapmasını mümkün kılan bir uzmanın özel hünerlerine sahip olması bir tarihçiden beklenmez
Reklam
1.138 öğeden 1 ile 6 arasındakiler gösteriliyor.