"Bir insan bir işi severek yaparsa, iş ne kadar zor olursa olsun, o kadar koymazdı. Halbuki Çakırcalı eşkıyalığı, adam öldürmeyi sevmiyordu. Adam öldürmek, soymak, eşkıyalık yapmak zorunda bırakılmıştı."
Osmanlı'nın zaten zor zamanlardan geçtiği bir dönemde ortaya çıkan müfrezelere kan kusturan bir Efe'nin hikayesi. Yaşar Kemal'in her ne kadar çok fazla kitabını okumamış olsam da onun romanlarında hissettiğim çok bariz bir şey var, toplum tarafından belli şeylere mecbur bırakılmış adeta kapana kısılmış bir insan figürü. Bu romanı okurken de sürekli bunu hissettim çocukken kendisi gibi Efe olan babasının Osmanlı tarafından öldürülmesiyle çiziliyor aslında Çakırcalı'nın kaderi. Babasının intikamını alıyor önce sonra da ona yapışan "Efe" lakabının esiri oluyor. Devletle antlaşma yapıp yüze indikten sonra belki de gerçekten ait olduğu yaşama kavuşuyor fakat kapısına gelenler yüzünden tekrar başlıyor eşkıyalığa ve bu da onun sonunu getiriyor. Onu ölüme mahkum eden toplum mu yoksa devlet mi? Kitap bitince insanın sorguladığı ilk şey bu oluyor tabi fakat cevabı bulmak kolay oluyor sonra insan kendini sorgulamaya başlıyor, bende toplumun bana kabul ettirmek istediği rolün esiri miyim ? Bu sorgulamanın cevabını bulmak o kadar da kolay olmasa gerek lakin o rolü olduğu gibi üstlenmektense sürekli sorgulamak daha iyidir diye düşünüyorum. Zevk alarak okuduğum Yaşar Kemal'in kendine has üslubuyla akıp giden harika bir eserdi , tavsiye ederim.