İngiltere'nin Filistin'e hakim olmaya başladığı yıllarda 84.000 olan Yahudi nüfusu İngilizlerin Filistin'i terk ettikleri 1948 yılında 8 kat artarak 650.000'e ulaşır İngilizler 2 Dünya Savaşı halifesinde siyonistlere fazla taviz verildiğini savunan MacDonalt'ın Beyaz Kitabına (1939) kadar Filistin'e Yahudi göçünü sınırlandıran hiçbir girişimde bulunmazlar. Diğer taraftan Beyaz Kitaba rağmen Filistin'e göç İllegal yollardan devam eder.
Anasının beşibiryerdelerini, babasından kalan iki dönüm tarlayı, Araplar Mahallesi'ndeki eski evi satan her delikanlı paralarını kuşağına basıp Azime'ye geliyor ve bir gececik oynatmak için Gramofon Avratı istiyordu.
Açıklandığı zaman dilimi ve içeriyi göz önünde bulundurulduğunda Balfour Deklarasyonunun siyonistler açısından hedefe giden yolda en önemli kilometre taşlarından biri olduğu şüphe götürmez
Aşkenazi olarak tabir edilen Avrupa kökenli Yahudilerin durumu da bundan pek farklı değildir. Haçlı Seferlerinin ateşlediği Anti Semit duyguların ilk kurbanı İngiltere Yahudileri olur. Tefecilikle suçlanan Yahudiler 1290'da bu ülkeden kovulurlar. Bunu diğer Avrupa devletleri takip eder 1347-1351 yılları arasında ki büyük veba salgının müsebbi olarak görüldüklerinden dolayı hedef tahtası haline gelirler. Nitekim 1394'te Fransa'dan da dışlanırlar. Nazilere has olduğu sanılan birçok ayrımcı uygulamanın kökenleri bu yıllara (Ortaçağ) dayanmaktadır. Yine bu yüzyılda sıklıkla kullanan Getto tabiri ismini 1516'da Venedik'te kurulan Yahudi Mahallesi'nden almaktadır.
1391'de binlercesi katledilen Sefaradların (İspanya ve Portekiz Yahudilerine verilen ad) bir çoğu vaftiz olmaya zorlanır. İspanyolca domuz manasına gelen Marrones diye adlandırılan Yahudiler, Hıristiyanlığı kabul etmelerine rağmen hor görülmeye devam edilirler. Müslümanlara karşı verilen savaş dolayısıyla baskı çarkı taktik icabı bir süreliğine dursa da Gırnata'nın düşmesiyle (1492) kaldığı yerden hem de daha şiddetli bir şekilde dönmeye başlar. Hristiyanlık ve engizisyon arasında seçim yapmaya zorlanan Yahudiler Osmanlı imparatorluğuna sığınırlar.
Anti semitizm Yahudilerin dünyanın dört bir tarafına dağıldığı diaspora ile başlar. Yahudiler İslam beldeleri dışında sığındıkları her ülkede hor görülüp dışlanırlar. Vizigotların hakim olduğu İspanya'da, Dagoberthüküm sürdüğü Fransa'da, İmparator Heraklius devri Bizans'ında da asırlar öncesinden başlayan baskı çarkı Haçlı Seferleri sırasında doğruğa çıkar. Kudüs'e doğru yola çıkan Hristiyanlar Deus Vult 'bunu Tanrı istiyor" çığlıklarıyla önlerine çıkan tüm Yahudileri kılıçtan geçirirler. Orta Çağ Avrupa'sına gelindiğinde Yahudilere bakış açısından fazla bir değişiklik olmaz.
Diğer yandan Abdülhamit'in engellemelerine rağmen 1876'da 24.000 olan Filistin'deki Yahudi nüfusu Avrupa devletlerinin baskıları sonucunda 1908'de 3 kat artarak 84 bine ulaşır.
1. Dünya Siyonist Kongresini düzenlemeyi başarır. 1897 (29 31 Ağustos ) tarihleri arasında İsviçre'nin Basel kentinde farklı görüş ve kesimlere mensup 200 Aşkın delegenin katılımıyla düzenlenen kongre dindar, reformcu ve asimilasyon yanlısı üç farklı eğilimi bir çatı altında toplamayı başarır. Herzl başarıyla sonuçlanan kongrenin verdiği güvenle hatıralarına kehaneti andıran şu notu düşer: "3 Eylül 1897 bugün basel'de Yahudi devletini kurdum. Eğer bugün bunu açıklarsam herkes beni alaya alır. Oysa ki 5, fakat hiç şüphesiz 50 sene içinde herkes bu gerçeği görecektir." Gerçekten de o dönem için hayal olarak görülen İsrail Devleti Basel'den tam 50 sene sonra kurulur.
...teorik planla sınırlı kalmayarak bu yönde girişimde bulunur. Chicago'dan Odessa'ya kadar çok geniş bir coğrafyada yankı bulan görüşleri sayesinde taraftar bulunmakta zorlanmaz. Siyon Aşıkları adı altında faaliyet gösteren bu grupları 1884'te düzenlediği Kattwitc Konferansında bir çatı altında toplamayı başarır. Konferansta sonuca ulaşma ve diplomatik girişimlere zemin hazırlama noktasında kolonizasyonunun hayatı önem taşıdığı hususunda mutabakata varılır. Ayrıca göçü organize etme gayesi ile Odessa merkezli bir şirket kurulur. Siyonizmin kurucusu olarak kabul edilen Theodor Herzl daha sonraki yıllarda Basel'de düzenlenen Siyonist Kongresinde devletleşme yolundaki bu ilk ciddi adımlara atıfta bulunarak kolonizatör siyonistlere müteşekkir olduğunu dile getirir.
19. yüzyılın ürünü olan siyasi siyonizmin oluşumunda da o döneme damgasını vuran milliyetçi akımların izlerini görmek mümkündür. Avrupa'yı ihtilaller merkezine dönüştüren bu akımın tesirinden kurtulamayan bir grup Yahudi münevver, Museviliği dinin önünde, milleti oluşturan unsur olarak algılamaya başlar. Başka bir deyişle milliyetçilik 19. yüzyıla kadar sadece dini bir mesele olarak görülen Siyon'a geri dönme hayalini etnik unsura dayalı modern bir ideolojiye dönüştürür. Çağın rasyonel çizgilerinin hakim olduğu bu ideoloji; sayesinde Siyon'a artık Mesihsiz de geri dönülebilecekti. Bu fikri dönüşüm birçok dindar Yahudi'nin de tepkisini çeker. Onlar inançları doğrultusunda gerçekleşmeyen İsrail'e bugün dahi şiddetle karşılarlar.
Arzu Mevud'a duyulan bu özlem onunla ilintili olarak gelişen Mesih inancını da besler. İbranice "mübarek, takdis edilmiş, yağ sürülmüş anlamındaki Meşiha kelimesinden türeyen "Mesih Kavramı" ve anlamlandırdığı ülkü, Yahudi kültür mozaiğinin temel taşlarından biri haline gelir. Fakat inancın çıkış noktası konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Mesih kültürünün Musevi fikriyatının son zamanlarında ortaya çıktığını öne süren birçok araştırmacı, Yahudilerin bu inancı; Babil'deki sürgün yıllarında, İran mitolojisinden aldıkları kanısındadırlar. Oysa bu kavram Babil sürgününden çok önceleri Musevilikte var olduğu, dolayısıyla direkt olarak İran mitolojisinden kaynaklanmayacağı aşikardır. Yahudilikte zaten var olan bu inancın sürgün yıllarında daha da gelişip umut kaynağı haline geldiği görüşü daha gerçekçi görünmektedir.
Yahudiler güneyde Kızıldeniz'den kuzeyde Fırat'a batıda Akdeniz'den doğuda Ölüdenize kadar uzanan toprakların Tanrı tarafından ebediyen kendilerine verildiğine inanırlar. Temellerini Tevrat'tan alan bu sınırlar, hangi görüşten olursa olsun tüm Yahudilerin hayalini süslemektedir.
Suudi Arabistan krallığının kökleri İbn i Teymiyyenin Selefi görüşlerini benimseyen Muhammed İbni Vahhab ile yarımadanın güneyinde bulunan Dar'iyya civarındaki kabilelerin şefi olan Muhammed İbni Suud arasındaki anlaşmaya dayanır. Devrenin en büyük müceddidlerinden olan İbni Vahhab 1745'te görüşlerinin yayılması konusunda İbni Suudi ikna etmeyi Başarır İbni sud'un katılımıyla askeri güce kavuşan Vahabilik yarımadada da hızla yayılır.
Rıza Hanın başını ağrıtacak fenomen ise ulema hareketinden ziyade giderek değer kazanan petroldür. İngilizler kendi kurdukları Anglo İranian Oil Company ile petrol üretiminden aslan payını almaktadırlar. Petrolün gerçek sahibi İran ise küçük bir payla yetinmek zorunda kalır. Rıza Han bunu yeterli görmeyerek 1923'te İngiliz İran Petrol şirketine tanıdığı imtiyazı geri alır. Uzun görüşmeler ve Milletler Cemiyetinin de devreye girmesi ile sonunda anlaşmaya varılır. (1933) Anlaşmaya göre İran'ın petrolden alacağı pay arttırılır, buna karşılık İran'da İngiltere'ye tanıdığı imtiyazı uzatır.