İsmini ilk gördüğümde önce bi önyargıyla yaklaştığım ama okudukça verilen örnekleri oldukça mantıklı ve tutarlı bulduğum bir eser oldu ‘Aylaklığa Övgü’. Bertrand Russell isminin de hayli etkisi yüksek tabi eseri okumamda. Başlığı ilk gördüğümde aylaklığın nesi övülür ki dedim kendi kendime, tabi bunu diyen aklım çalışmaya kendini adamış, öyle bir dünya düzenine doğmuş bir aklın düşüncesiydi. Russell, bu düşüncemin barbarca ve oldukça geri kalmış bir zihnin düşüncesi olduğunu, verdiği ‘sözde’ aylak ama aylaklığın getirdiği bir kendi içine düşme şansının olduğu bir dünya serdi gözlerimin önüne.
Hükümetlerin çalışmanın bir ‘erdem’ olarak dayattığı dünya sisteminde aslında geçek olanın Russell, köle bilinci inşa etmek için halklara sunulmuş ve halkın da buna sazan balığı misali atladığını ima ediyor eserinde. Tüketim ve üretim arasındaki mantıksal çelişkiye de değinmeden geçmiyor. İnsanların sadece dört saat çalışması gerektiğini ve günün geri kalan zamanında ise insanların felsefe, sanat, edebiyat vb. alanlara eğilmesini tavsiye ediyor. Kötü olansa halklar halen köle gibi çalışmanın bir erdem sayıldığı bilincindeymiş gibi hareket etmeleri ve buna herhangi bir itiraz eyleminin bulunmayışı...