Ağırlık ve hafiflik. Ruh ve beden. Yaşamımız bunların ikiliği ya da birliği. Tereza ve Tomas. Kadın kahramanımız kasabada yaşayan, annesine benzemekten korkan, dünyayı kocaman bir toplama kampına benzeten bir garson ve erkek kahramanımız 6 tesadüfle oraya gidip ikisinin yazgılarını birleştiren dul bir doktor.
Bu 6 tesadüf olmasaydı da ikisi karşılaşmasaydı daha mı iyi olurdu bilmiyoruz, çünkü yazarın anlatmak istediklerinden biri bu: bir kere yaşıyoruz, daha önceden bilseydik verdiğimiz kararların sonuçlarını ve tekrar döngüyle başımıza aynı olaylar gelseydi bilmenin ağırlığı altında kalırdık. Bilinmezliğin hafifliği var üstümüzde, varolmanın dayanılmaz hafifliği.
Roman Rusya'nın Çekoslavakya işgalinin gölgesi altında şekilleniyor. Kahramanlarımız 'komünizm' e karşı verdiği mücadele içerisinde neyi neden yaptıklarını sorgulamaya başlıyorlar. Tomas 'ın erotik dostu ressam ve ihanete bile ihanet eden Sabina ile Sabina' dan esinle hayatını değiştiren Franz dahil oluyor konuya. Tabii Karenin'i ni de unutmamak lazım. Hayatlarının değişimi ve her vazgeçişte bir keşfediş. Çok çok güzel yazımı.
Yazarların cinsiyeti benim için her zaman önemli olmuştur. Cinsellikle, aldatmakla, aşkla, birlikte yaşamakla ilgili konulardaki tutumlarıyla Kundera kadın aklından uzaklaşıyor bana göre. İçsel olarak yorumlayamaması değil bahsettiklerim, sonuçlandırırken hissediyorsunuz. Ya da ben Tomas'ın hiçbir zaman kabul edilemeyecek aşırılıklarını, karısının ömrünün sonlarına doğru anlayışla karşılamasını hazmedemedim.
Ve bu usta yazar yaşıyor. Paris'te.