" Üzgün, hüzünlü... Hâlimi anlatabilmek için bu sözler yetmez. Bunlarla ruhumun elemleri, ıstırapları anlatılamaz. Azizim, bu başka bir hâl, garip bir mâcera, pek az rastlanır bir felâket..."
Oh! Akan bu acı madde ruhumu yakıyor, ciğerlerimi yakıyor, bütün benliğimi yakıyor. Ben bunu hak etmiştim azizim! Üzgün ve umutsuz bıraktığım bu kadar kalbin feryatları, bu kadar kadınların gözyaşları sanki... Ah, evet, sanki..."
anlatmadım
anlatsaydım belki rahatlayacaktım kalmayacaktı gizlimde beni bağırtan bu dert demeyecektim muhtemelen kendime durup durup ben bu yerin yerlisi değilim diye
Kırlar hep kışın hatırlanırlar, yokluklarında sevgili en çok ayrılındığında sevgilidir
bilinir
ağacı kesen baltanın
sapı da ağaçtır
bilinir
Adem'den beridir
insanlar hep tutamayacakları sözler verir
bilinir
bitti denilince bitmez ve
git denilince gidilmez
bilinir kalbe yük olan
gayrı resmi tarihe iyi gelir
bir ara yüzün sızsa araya
pesinden kalbin, sahi
senin büyük bir kalbin var
herkese üzülmeye yeter
benimki ikimizin bile üstesinden gelemez içinden çürümüş bir ağaç kadar asilim kendine faydası yok
gölgesi herkese yeter
Sanat, insan yaşamının parçasıdır. İnsanla başlamıştır. Yaşamını sürdürmek için doğaya üstünlük sağlamak, doğayı değiştirmek gereksinimi duyan insan, taşa biçim veriyor, gereç yapıyordu.
Toplumcu sanatçı, eleştirel gerçekçi bir açıdan dünyayı yansıtır. Doğayı,toplumu genel yasalarıyla derinden kavramış sanatçı bilir ki, hiçbir nesne, hiçbir olgu, Bilgi yerinde durmaz. Her şey değişir. Doğasıyla, toplumuyla hayat sürekli bir değişim düzeni içindedir.