Mediha Özdemir

Birlik zafiyetten de gelse muvaffak olacaktı. Ayrılık, kuvvetten de doğsa, hezimete mahkumdu. Bu değişmez bir kaide olarak tarih sayfaları arasına kazınmıştı.
Reklam
Büyümemiz ancak kendi kendimizi devamlı surette budamak pahasına olur. Hayatın başlangıcında geniş imkanlarımız vardır. Gelişmemizde ancak irsi kabiliyetlerimizin, esnek sinırları ile tahdit edilmiş bulunuyoruz. Fakat her an bir seçim yapmamız gerek ve her seçim kuvvetlerimizin çoğunu yokluğa iter. Önümüze çıkan yolların yalnız birini seçmek zarureti bizi, diğer yolların götüreceği ülkeleri görmekten mahrum bırakır. Çocukluğumuzda, içimizde bilkuvve mevcut olan ve birer birer ölen pek çok insan taşırız. Her ihtiyar, olması mümkün fakat olmamış, düşük ve şoka uğramışlar korteji ile çevrilidir. Biz aynı zamanda katılaşan bir sıvı, fakirleşen bir hazine, yazılan bir tarih, kendini oluşturan bir şahsiyetiz. Yükselişimiz ve düşüşümüz; fiziki, kimyevi ve fizyolojik faktörlere, virüs ve bakterilere, sosyal muhitin psikolojik tesirine ve nihayet irademize bağlıdır. Biz, hem muhitimiz hem de kendimiz tarafından inşa edilmişizdir. Hayat süresi, bizim organik ve zihni hayatımızın kendisidir. Çünkü bunun manası: “icat etme, şekil yaratma, mutlak yeniyi mütemadiyen hazırlama" demektir.'
Sayfa 146Kitabı okudu
El, bir şaheserdir. Hem hisseder hem de hareket eder. Hemen hemen görüyor bile denebilir. Ele silah ve alet imal etme imkânı veren; derisinin, dokunma cihazının, kaslarının ve kemiklerinin anatomik düzenidir. Her biri mafsallı üç kısımdan meydana gelen, elin ön kısmı ve kemikli kütlesi üzerine monte edilen beş kaldıraç, yani parmaklar olmasaydı, madde üzerinde hiçbir zaman hâkimiyet kuramazdık. El, en kaba işe olduğu gibi en nazik işe da yatkındır. El, ilkel çağda avcının çakmak taşından bıçağını, demircinin balyozunu, ormancının baltasını, çiftçinin sabanını, şövalyenin kılıcını, pilotun kumanda aletlerini, ressamın fırçasını, gazetecinin kalemini, dokumacının ipliğini aynı beceriyle kullanmıştır. El öldürmeye de dua etmeye de çalmaya da vermeye de tarlaya tohum ekmeye de sipere bomba atmaya da yarar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yaşamak
Evet, metafizik kavrayışla irtibatlı davranışların da mutlaka adâbı olur. Bu sebeple sûfîler "الطرق كلها آداب" yani Allah'a ulaşan bütün yollar edepten ibarettir" demiştir.
Sayfa 194Kitabı okudu
Bir zamanlar sadece Anadolu'da değil Balkanlardan Hind Altkıtasına kadar İslam coğrafyasında Fahreddîn Râzî, Seyyid Şerif Cürcânî, Sadeddin Teftazânî, Molla Fenârî gibi düşünürlerin adıni duymadan ve görüşlerini bilmeden medreseden mezun olmak imkânsızdı. Son yüzyılda bu isimler önce sıradanlaştı, sonra sırlandı, ardından da sırlandıkları camlar, arkasını hiç göstermeyen ve bakanın sadece kendisini görebildiği aynalara dönüştü. Herhâlde bir toplumun zihinsel olarak tükenmişliğinin en çarpıcı alametlerden biri, şimdiye baktığında geçmişini göremeyip geçmişine baktığında sadece şimdiyi görebilmesidir. Bu sebeple Türkiye'de özellikle son yıllarda sık sık kullanılan “Anadolu İrfanı” tabiri, bileşenlerinden önemli ölçüde arındırılmış, yüzeysel tasavvufî çağrışımlara sahip, herhangi bir olay karşısından sağduyulu davranmaktan öte bir derinliği içermeyen bir terkibe dönüşmüş durumdadır. Hatırlayalım, neydi Anadolu irfanı...
Reklam
Uzakdoğu felsefesine göre yalnızca boş mekan yaratılan biçimin özünü doğurur. İç boşluk olmazsa bir testi bile yalnızca toprak yığınıdır, yalnızca iç mekanı aracılığıyla bir kaba dönüşür. Çünkü Lao-Tsu'nun kitabının on birinci ilkesinde şöyle denir: "Otuz parmak poyrada çakışır, ama aralarındaki boşluk tekerin doğasını yaratır. Balçıktan küpler oluşur, ama aralarındaki boşluk küpün doğasını yaratır. Duvarlar pencereler ve kapılarla birlikte evi oluştururlar, ama aralarındaki boşluk evin doğasını yaratır. İlke şudur: Madde faydalı olanı içinde tutar, maddesel olmayan gerçek özü yaratır." 
Sayfa 142Kitabı okudu
Sonuç yerine
Akaid kitaplarında bilgi kaynakları üç olarak zikredilir: Beş Duyu, Sadık Haber ve Akıl veya Nazar. Bilgi kaynaklarının üç olarak zikredilmesi, bize ilk bakışta çok normal olarak görünse ve bizim için kendiliğinden anlaşılır (bir tür felsefî anlayışa göre oldukça garip) bir şey olsa da, Batı medeniyeti ile yapılacak kabaca bir mukayese ile, bu kendiliğinden anlaşılırlığın Müslümanlıkla alâkalı bir durum olduğunu; Müslüman olmayanlar için bilgi kaynağının en iyi ihtimalle beş duyu ve akıldan (aklı burada biraz geniş bir anlamda kullanarak, buna “sezgi"yi de ekleyebiliriz) ibaret olmak üzere iki oldugunu; Müslümanların dışındaki diğer medeniyet mensupları, özellikle de Batı medeniyeti mensupları için "sadık haber" gibi bir bilgi kaynağının mevcut olmadığını; daha doğrusu onlarda bu kategorinin eksik olduğunu söylemek mümkündür. Bilgi kaynağındaki bu eksiklik veya farklılık, sadece bazı eserlerde zikredilen bir farklılık olarak kalmaz; bu netice itibariyle bütün bir din ve dünya tasavvurunu etkiler, hatta tayin eder.
Sayfa 201Kitabı okudu
Çocuğun adının seçiminde, insan varlığının bu birincil sembolik kaydında, anne babaların arzusunun hatları gün yüzüne çıkar. Çocuk dünyaya her türlü kayıttan azade boş bir levha olarak gelmez.ayni zamanda anne babalara ait bir ara-metin de olan bir ön metin tarafından öncelenir ki bu noktada ad, anne babaların arzusunun izi haline gelir.
"İhtiyaç her melekenin ilk egzersizlerin vesilesidir. İnsan ve doğa eşya/şeyler planında bir boşluk olduğunda yaratmaya geçer; ve içten gelen bir mecburiyet, insanı ve doğayı yaratmaya zorlanmadığı anda, yaratma kesintiye uğrar."
Sayfa 153Kitabı okudu
İnsan, büyük canlılık orkestrasının içindeki nadide bir enstrümandır. Diğer tüm canlılar gibi. Elden ayrı, kopuk, kafasına göre takılabilecek ve canlılık kurallarından bağımsız bir canlı değil; tam tersine o sisteme göbekten bağlı, tüm canlılıkla aynı kökeni paylaşan ve bunu fark ettiği oranda doğru yaşayabilecek özel bir canlıdır.
Reklam
Öyle anlar vardır ki her ses fazlalıktır.
Sayfa 159Kitabı okudu
Bu dünyada pek az ses yarasız beresizdir, daha doğrusu yumuşak, hafif bir damarlanmayla maluldür diyelim. Ruh denen o ele avuca gelmez şeyin bulunduğu yerin insanın sesi olduğu boşuna söylenmemiş. Biçimlendirilmiş soluk, üfleyiş: İnsanı insan yapan şey. Velhasıl ses tellerindeki yara bereler, oraya hakedilmiş yaşantıların, akustik dışa vurumların ama aynı zamanda suskunluğun dökümüdür. İnsan parmaklarıyla yoklayabilseydi onu; akıp gidişiyle, duraklarıyla, çatallanmalarıyla... Orada, gırtlağın karanlığında: Şifresini asla çözemeyeceğin senin kendi hikayen işte orada yatıyor.
Bir filmde, bir kızın güzelliğinden söz ederken oyunculardan birinin arkadaşına dönerek, "Kız öyle güzel ki, ben dönüp bakmasam bile gövdemin içinden iskeletim dönüp bakıyor," demesini unutamıyorum söz gelimi.
Sayfa 147Kitabı okudu
Bana göre, bir metin okunurken kesinlikle yazar aradan çekilmelidir. Yazılırken de okur aradan çekilmelidir tabii
Sayfa 109Kitabı okudu
Sevgili çocuklar, hikaye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır
"...Başka bir ifadeyle, zamana meydan okuya okuya yüzyılların gerisinden süzülerek ilk günkü tazelikleriyle bize kadar ulaşan hikayeler, içlerindeki her şeyi bir şeye dayandırıp bolca açıklamalarda bulanan hikayeler değil, yapılarında karanlık noktalar barındıran hikayelerdir. Söylemeye gerek bile yok, zaten, karanlık noktası olmayan bir hikayenin ömrü, eğer son cümlesine kadar tahammül edilebilirse, ancak bir okumalıktır."
Reklam
Hesaplanmış kusurda aklın izi, kusursuzluktakinden daha derindir :)
"Okuyucuya Mektup Sana mektup yazmak bugüne kadar aklımın ucundan bile geçmemişti. Geçseydi ve daha önce oturup yazabilseydim, herhalde her iki satırdan birini senin için boş bırakırdım. Ya da, senin için, içleri harflerle dolu çeşitli boşluklar yaratırdım sayfaların yüzünde. Senin için de devil aslında, bunu, mektup dediğimiz metnin metin olabilmesi için yapardım. Bir bakıma seni düşünmeksizin senin için." Bir yazar okuyucuyu ancak bu kadar güzel karşılayabilir, geç de olsa seninle karşılaştığım için mutluyum Hasan Ali Toptaş:)
Başlangıç olarak güzel bir söze denk geldim:) "Ünlü Latin sözünü biraz değiştirerek burada anabilirim: Kitapların kendilerine ait zihinleri vardır ve belirli bir noktadan sonra kendi istedikleri yöne gitmekte ısrar ederler."
Ayıp lan bize Judas
vicdan azabından ölünse ilk ikimiz ölürdük Judas Sen peygamberine kıydın ben canımın içi anneme! yine de asıl ne kahrediyor bizi, biliyor musun Judas ne yaparsak yapalım peygamberler de affediyor mütemadiyen anneler de
Bağıran insan sesi beni öyle korkutuyor ki... Hele hiddetin değiştirdiği insan yüzü! Öyle kendinden çıkıyor, öyle karşılaşıyor ki insan... Dünyada bundan kötü, iğrenç bir şey olamaz.
-Hem biz kavga edemeyiz! dedi. Sen de öylesin... Kendisinden başka herkesi haklı bulan insan kavga eder mi hic?..
Reklam
"... Tıpkı bunun gibi gözyaşları da toprak bedende iz bırakır, biz o izleri görmesek bile... Biz su olarak akan gözyaşını sileriz, onun izi kalmaz ama manasının izi kalır. Hatta öyle kalır ki, onu daha sonra Levh-i Mahfuz'da okuruz. Ve insan ne olacaksa, ancak öyle olur."
"...Hele bir şu muhabbet esirliğinden bir kurtulalım." Emine, şimdiki sinema dilini hiç bilmeden, Abdüsselam beyin evindeki hayatımıza bakarak kendimize "muhabbet esiri" adını vermişti.