Oldum olası telefon konuşmalarını sevmezdim. Muhtemelen birbirimizi görmediğimiz, hangi sözü niye kullandığımızı anlamadığımız,gözlerimizdeki kederi farkedemediğimiz için telefonda yine kavga edecektik
Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besili pırıl pırıldı. Herkesin “veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur“, demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin iki yüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan ,seven bir kadın!
Anasının düzgün ve boyalarını çalıp sürünerek mektebe gelen bir kızın başka bir kıza , tırnaklarını biraz sivriltmiş diye kinayeli laflar söylemesi; oğlan çocuklarla pazar günü gezmeye gidip bütün şehre yayılacak kadar kepazelik çıkaran ve bu yüzden daha iki gün evvel inzibat meclisine çıkıp bir hafta muvakkat tart alan bir zavallının hiç yüzü kızarmadan “Aman yarabbi! Hiç utanmak kalmamış… Ayşe’nin Ahmet’ le gezişine bakın!”demesi sadece gevezelik ve düşüncesizlik olmalı
Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar gökyüzünden bin parçaya ayrılmalıdır filan…