“Gönül yorgunluğu ne,biliyor musun? Gökte yıldızın kalmıyor. Gölgen bir yere sığmıyor. İçindeki şarkı içinde boğuluyor. Penceren sokağa bakmıyor. Bütün sevgi sözleri kalbinde cezaya dönüyor. Kirpiklerin hiçbir güzellikle halkalanmıyor. Baktığın bütün sular yeraltına çekiliyor. Sevmek korkusu ayrılıktan çok önce acı veriyor. Dünyanın bütün cenazeleri evinin önünden kalkıyor. Her gün bir arkadaşın büyüdüğünüz zamanlarda kayboluyor. Girdiğin çıktığın bütün kapıların önünde yabancı, ardında yalnızlık olup kalıyorsun. Ne biliyor musun gönül yorgunluğu? Kendinden soğuyorsun. Sözünden soğuyorsun. Geçmişinden soğuyorsun. İnandıklarından soğuyorsun. Baktığın yüzlerden soğuyorsun.
…
"Bir necip fazıl dizesinde buluyorum kendimi;
'Ben de bir insanım, hiçbir fevkalâdeliğim yok. bir kadere bağlıyım, birtakım zaaflarla doluyum, belki herkesten daha zayıf.."
En iyisi düşünmemekti, kaçmaktı. Kendi içime kaçmak, fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım?
Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
Dostoyoveski"İnsancıklar" adlı kitabında: "Çok tuhaftı,ağlayamadım.Ama ruhum paramparça olmuştu."diyor. İnsanın içine atmasının güçlü görünmeye çalışmasının en yorucu hali bu olsa gerek...
Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim." dedi: "Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.