ve sana
çok uzun zamandır
gülmediğimi
çünkü
ne zaman
gülmeye kalksam
birilerinin
bana
tıpkı
senin gibi
güldüğümü
söylediğini
anlatma imkânım
olsaydı
ne diyeceğini
hayal etmeye
çalışıyorum.
etrafımda
hiç arkadaşımın
olmadığı zamanlarda
sevgili kitaplarıma dalardım
ve
kendime
12 punto times new roman fontla
bazı arkadaşlar
yontardım.
- ve bu çoğu zaman yeterliydi.
Bazen dalıp yağmur altındaki o altgeçidi ve gölgelerin arasında duran John Coffey'i görüyorum. Bu küçük düşlerde asla bir yanılsama değil; her zaman kesinlikle o, benim kocaoğlum orda durmuş seyrediyor.
Yine de bu Tanrı kendi bildiğince, hiç düşünmeden, yalnızca iyilik yapan John Coffey'i kurban etti. Tıpkı bir Eski Ahit peygamberinin savunmasız bir kuzuyu kurban etmesi ya da Hz. İbrahim'in bırakılsa kendi öz oğlunu kurban edeceği gibi. John'un, Wharton'un Detterick ikizlerini birbirlerine olan sevgileriyle öldürdüğünü ve bunun her gün, dünyanın her yerinde olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Eğer bu oluyorsa, Tanrı izin verdiği için oluyor ve biz, "Anlamıyorum, " dedikçe Tanrı da cevap veriyor: "Bana ne."
John o garip gözleriyle bana baktı; kanlı, dalgın, yaşla dolu... ama yine de sakin o gözlerle. Sanki bir kez alıştıktan sonra ağlamak o kadar da kötü bir yaşam biçimi değilmiş gibi.
Dünyada iyilik olduğuna, hepsinin de şu veya bu biçimde sevgi dolu bir Tanrı'dan kaynaklandığına inanırım. Ama bir de, bütün yaşamım boyunca dua ettiğim Tanrı kadar gerçek bir başka gücün varolduğuna ve bilinçli olarak bütün yaptıklarımızı boşa çıkarmaya uğraştığına da inanırım. Şeytan değil, Şeytan'ı demek istemiyorum (gerçi onun da varlığına inanıyorum), ama bir tür uyumsuzluk zebanisine; yaşlı bir adam piposunu yakmaya çalışırken kendi kendini tutuşturduğunda ya da çok sevilen bir bebek ilk Noel oyuncağını ağzına atıp boğulduğunda neşeyle gülen aptal ve yaramaz bir varlığa inanırım.