Herkesde bir can kırıklığı, bir burukluk, bir acıya alışma hali var. Sanki doğada normal olan tek şeyin bu olduğu, mutlu olmanın, sevilme hissinin ender bulunan kısa süreli hisler olduğuna inandırmışız kendimizi.
Herkes birbirinin can kırığı, üzüntüsü, ihaneti, gözyaşı sebebi...
Her zaman gece yatağa girdiğimizde üzülecek birşey buluyoruz. Tüm gün sahte gülücükler saçmaya, (sanki olması gerekenin bu olduğuna) gecenin ise saklanmak için bir kaçış yolu olduğuna inanıyoruz. Günün sonunda elimizi yüzümüze getirip maskemizi indirmeye, yorgun bir nefes vermeye, uzaklara dalmaya, ortada hiçbir neden yokken birden gelen o ağlama hissine, güldüğümüz anlarda içimizdeki o gülümseyişi anında yok etme isteğine, aslında insan denilen varlığın tek gerçek duygusunun bu olduğunun farkına varıyoruz.
İçimizde öyle bir eyvallah hali var ki 'bu da gelsin başıma nasıl olsa alışkınım.' diyip omuzlarımıza 'olsunları' yükledikçe yüklüyoruz.
Acıyı seviyoruz...
Acıyı kimi zaman şarkı sözlerinde, kimi zaman bir şiirin mısralarında, kimi zaman da bir resimde, bir bakışta hissediyoruz.
Acının bilinen en net görüntüsü gözlerdedir bence.
Bakın insanların gözlerine... saklamak kolaydır, bir gülüşün arkasına rahatça saklayabilirsiniz.
Birçok insanın yegane saklanma biçimi. İnsanların çoğu acılarından utanç duyar ve bunu saklama ihtiyacı duyar. Halbuki herkesde farklı acı ama aynı acı hüküm sürer. Hadi gidip yine saklayın acılarınızı, bir yük daha alın omuzlarınıza, utanırsınız da şimdi, kimse görmesin diye geceyi beklersiniz, onun ardına saklanırsınız.
Merak etmeyin geceler uzun.