“ Denizciler uğura ve uğursuzluğa çok inanır, çünkü o uçsuz bucaksız denizin onlara ne hazırladığı, hangi nimeti vereceği ya da vermeyeceği, hangi belalarla başbaşa bırakacağı belli değildir. Denizciler suyun, yelin bulutun, şimşeğin dalganın çok güçlü, insanınsa aşırı derecede aciz olduğunu bilerek yaşadıkları için doğaya karşı kendi insanlarından daha saygılıdırlar. Ayrıca deniz denilince şehirliler gibi suyun yüzüne değil, altındaki heyecan verici, zaman zaman bereket bazen de tehlike getiren bambaşka bir dünyayı düşünürler.. O koca deniz kimi zaman öfkelenir, kudurur, üç çatallı zıpkınıyla, önüne geçilmez bir güçle saldırır; kimi zamansa uysal bir sevgili olur, insanın yüzünü okşayan hafif tatlı meltemlerle, intikam dolu günlerini hafifletir, adeta özür diler. Bereketinde kaynağıdır, belanın da. Herkesin gördüğü mavilik, denizin devasa bedenini saklayan tenidir; esen yelle başlayan kıpırtılar ise uykudan uyanışıdır deryanın..”
“ Mustafa babasının ellerine hatırlardı hep.Kocaman, biçimsiz, sert, hışır hışır, neredeyse insanlıktan çıkmış ellerdi bunlar. Babasının elini tuttuğunda bir ağaca dokunmuş gibi gelirdi ona. Şimdi kendi elleri de babasının kiler gibi olmuştu.”

“ Deniz henüz uykudaydı, kıpırdamıyordu, birazdan hafif bir gel onu uyandıracaktı. Tam atmadan esmeye başlayan yel, gecenin biriktirdiği nemli birlikte, balıkçının saatler boyu süren bacak ağrılarını da siler süpürürdü.”