Her türkü tek başına bir tarih sanki.... İnsan türkü yakanları, söyleyenleri karşısında, yanıbaşında görür gibi oluyor. Onlar gibi yaşamak, onların acılarına ortak olmak, onlar gibi sevmek istiyor.
İnsanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman alacaktır. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını bilemem ama yeryüzünde kötülüklerin, ağır haksızlıkların sürekli gizli kalamayacağını, adaletin, gerçeğin yok edilemeyeceğini bilmek beni rahatlatıyor ve sevinmem için yetiyor...
"Kendi çıkarlarına zarar vermek pahasına bile olsa kötülük etmemeye karar verdiğinde özgür bir şekilde davranıyorsun. "
"Sırf kendi arzularının peşinden koşan kişi pek de özgür sayılmaz gerçekten. "
"Böyle biri her şeyin kölesi haline gelebilir. Hatta kendi bencilliğinin bile kölesi olabilir insan. Arzu ve tutkuları aşabilmek bağımsızlık ve özgürlük gerektirir. "
“Hayatta en önemli şey nedir? Açlık çeken bir ülke birine bu soruyu sorarsak cevap “yemek” olacak. Donmakta olan birine aynı soruyu sorarsak cevap “sıcak” olacaktır. Kendini yalnız ve çaresiz hisseden birine soracak olursak cevap mutlaka “diğer insanlarla beraber olmak” olacaktır. Ama bütün bu ihtiyaçlar giderildikten sonra, bütün insanların ihtiyacı olan bir şey var mıdır hala ? Filozoflar buna evet diye cevap verirler. Onlara göre insan sadece ekmekle yaşayamazlar. Tabi ki bütün insanlar yemek yemelidir. Ayrıca sevilmeye ve ilgi görmeye ihtiyaçları vardır. Ama bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha vardır: Kim olduğumuzu ve neden yaşadığımızı bilmek.”
” Bir zamanlar, ayaklarının kırkını da müthiş bir hünerle kullanarak çok güzel danseden bir kırkayak varmış. Ormandaki tüm hayvanlar bu kırkayağın dansını izlemeye gelirler ve her seferinde onun dansedişine hayran kalırlarmış. Ama onun bu dansedişini beğenmeyenler de varmış. Bunlardan biri de kurbağaymış… Ne yapsam da kırkayağın böyle güzel dansetmesini engellesem diye düşünüp duruyormuş. Güzel dansetmiyorsun dese olmazmış. Ben senden daha güzel dansederim dese hiç olmazmış. Düşünmüş, taşınmış, güzel bir plan hazırlamış. Oturup kırkayağa bir mektup yazıp, göndermiş. ” Eşi benzeri olmayan saygıdeğer kırkayak kardeşim ! ” diye başlamış mektuba ” sizin benzersiz danslarınızın naçiz bir hayranıyım. Müsaadenizle sizden şunu öğrenmek istiyorum. Nasıl böyle güzel dansedebiliyorsunuz? Acaba önce 13.sol ayağınızı, sonra da 27. sağ ayağınızı atarak mı dansa başlıyorsunuz? Sonra da 11.sağ ayağınızı kaldırıp, 35.sağ ayağınızı mı indiriyorsunuz? ” İmza naçiz hayranınız kurbağa.
Kırkayak mektubu alır almaz nasıl dansettiğini düşünmeye başlamış. Önce hangi ayağını attığını? Ondan sonra hangi ayağını kaldırdığını… ve sonunda kırkayak dansetmeyi bırakmış…
Bu bize aklın yaratıcılığı nasıl engelleyebileceğini gösteren güzel bir örnek. Bazen kulaklarımızı tıkamalıyız ve isteklerimizi, hayallerimizi yüceltmeliyiz....
"Sömürü sözcüğünü her kim ki ağzına alırsa, hemen, derhal öldürülecektir. Yanlışlıkla bile ağzına alsa bir karınca sömürü sözcüğünü derhal öldürülecektir. Bizzat sen öldüreceksin sömürü sözcüğünü söyleyeni." "Ben öldüreceğim."
"Sömürü yok."
"Sömürü alçaklıktır."
"Özgürlük var."
"Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı. Bir kanat darbesiyle Olemp, bir kanat darbesiyle Himalaya. Ayrı bir dil konuşuyordum çağdaşlarımla. Gurbetteydim. Benim vatanım Don Kişot'un İspanyası'ydı, Emma Bovari'nin yaşadığı şehir. Sonra Balzac çıktı karşıma, Balzac'ta bütün bir asrı yaşadım, zaman zaman Votren oldum, Rastinyak oldum. Dört bin kahramanda dört bin kere yaşamak."
(Mektuplar, 14.10. 1966)
Düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundayım.
"Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe, içindeki Tanrı çekiyor beni."
(Jurnal, 10.12.1963)
Dünyaya genellikle çocukluğumuzdan bakarız. Bu bakışın bizi götürdüğü yer,burasının her geçen gün kirlendiği,bozulduğu yönündedir. Çocukluğumuz ile bugünkü halimizi kıyaslarsak; kirlenenin ,bozulanın dünya mı,yoksa biz mi olduğunu daha iyi görürüz.
"Bir kısım insanın bu denli pervasızca davrandığı bir dünyada, bazı düşüncelerin suç olarak değerlendirilip cezalandırılması da bence paylaşmamız gereken ciddi bir ahlak sorunu."
“Eğer empati, bir insanın kendini diğer bir insanın yerine koyarak onu anlamayı tanımlıyorsa, bu durum bana göre ancak, bir insanın kendisine ait bir yaşantıyı karşısındaki insana mal etmesi anlamına gelebilir.
Ayrıca, sık kullanılan ‘onunla empati yaptım’ ifadesi, bir insana ’yaparak’ nasıl ulaşılabileceği muammasıyla karşılaşmama neden olmuştur hep.”