Mevhibe Özocak

Dünyanın Uğultusu
Dünyanın UğultusuBehçet Çelik
6.9/10 · 91 reads
Reklam
En genel olanı, en tikel olana kulak kabartarak kavrayabiliriz; toplumsal bağın nasıl dokunduğunu, düğümlendiğini, düğümlerinin nasıl çözüldüğünü ve koptuğunu başkalığın geçirdiği merhaleler üzerine yoğunlaşarak anlayabiliriz.
kökene ilişkin her tartışma imkansızlığın mührüyle damgalanır. Yitik cennetin tüm çekici yanlarına bürünen köken, gerçekten de herkesin yaşamına en sonunda bir anlam bulmak için umutsuzca peşinden sürüklendiği "uzam ve çözüm" olarak yaşantılanır. Demek ki köken, sürekli bir büyülenmeye yol açan, ama her türlü nihai arayışın elinden kaçıp kurtulan ve bizde izler bırakan tapınaktır. Yeryüzünde asla "bulunan zaman" yoktur. Yalnızca edebiyat böylesi bir hırsı doğurabilir. Proust 'un girişimi de bize yitik zaman arayışına düşmenin zamanı yeniden inşa etmek ve yaşamdan el etek çekmek olduğunu öğretir. Demek ki, kökene ilişkin her inceleme, bilimsel kesinliği olmayan bir araştırma olarak kabul edilmelidir

Reader Follow Recommendations

See All
Hiçbir önlem bu genelleşmiş savaşı engellemekte etkili olamaz. Ne kolektif şiddetin kendisine devredileceği (devletler de bunu reddeder) uluslararası bir kurum, ne (güçlerini kötüye kullanan) aydınların yönetimi ne de dinsel bağın oluşması. Yalnızca duygusal bağlar ve uygarlaştıncı süreçler savaşa karşı gerçekten mücadele eder. Ama, bunların kurumsallaştıktan tarz da etkili bir uygulamayı destekleyen işlemsel olanakların bulunmasına imkin tanımaz. Geriye, genellikle umutsuzluğa yakın bir umut kalır.
Modern toplum bireysel şiddeti bastırılıp, kolektif şiddetin kurumsallaşmasıdır.
Reklam
Bilinçdışımız ötekinin ölümünü arzular, bilinçdışımız ölümü tasarlayamaz. Bu bakış açısından ölüm, bilinçdışının kendisini artık yan semptomlarlave yanılgılarla ifade etmediği, ama kendisini doğrudan doğruya görülebilirin sahnesinde ifade edebildiği ve bunu yapmaya cesaretlendirildiği andır. Freud'un bizi duyarlı kıldığı şey, bilinçdışının kendi yerinden dışına çıkmasının kaçınılmaz sonucudur: Her şeyi kuşatan yıkım. Demek ki, toplumlar ve bireyler arzularının bir kısmını, yalnızca yöneticiler otoriter ve baskıcı olduğu için ve bireyler kendilerini sansür ettikleri için değil, fiilen bir arada yaşayabilmek için bastırırlar.
Pahalı soğan gerçeğine karşılık korunan vatan yalanı gibi mi hocam?
toplumlar yalnızca birlikte işlenmiş bir cinayetin değil, aynı zamanda paylaşılan bir yalanın da sonucu olarak ortaya çıkar. Devletlerin, bireyleri savaşa sürüklemesine ve bireylerin akıldışı tepkiler göstermesine olanak tanıyan şey, yalanın kabul edilmesi ya da daha iyi bir ifadeyle yalan arzusudur.
“Ölümlüler neye benziyor, söyler misin bana?” Bir çocuğun sorusuydu bu ama Prometheus ciddi ciddi başını salladı. “Bunun tek bir cevabı yok. Her biri farklı. Paylaştıkları tek şey ölüm. Bu sözcüğü biliyor musun?” “Biliyorum,” dedim. “Ama anlamıyorum.” “Hiçbirtanrı anlayamaz. Bedenleri parçalanıp toprağa karışır. Ruhları soğuk dumana dönüşür ve yeraltı dünyasına uçar. Orada hiçbir şey yemez, hiçbir şey içmez, hiçbir sıcaklık hissetmezler. Uzandıkları her şey ellerinden kaçar.”
Unutmayalım ki doğa güçlerine egemen olunması, bastırılmış amaçlı yıkım itkisinin dışavurıımudur. Bu tahakkümün gelişimi, yani Batı toplumunun doğanın dönüştürülmesine ve denetlenmesine odaklaması, yıkım itkisine gitgide daha fazla söz vennekten (ve ona kendisini ifade edecek yollar kazandırmaktan) başka bir şeye yol açmaz. Freud, bu yüzden, bastırılmış amaçlı bu itkinin doğrudan doğruya başka bireylere karşı yönelerek kendisini ifade edeceğini sezinletir. Demek ki, tanık olduğumuz şey, yıkım itkisinin yön değiştirmesidir
"Bir insanı bölümlere ayırmak, onu öldürmektir ... İşbölümü bir halkın katledilmesidir". K. Marx
Reklam
"Pedagojik programlar çocuğun cinsel gelişimini geciktirmekten ve onu erkenden dinsel etkiye boyun eğdirmekten başka bir şeyle uğraşmaz,'"' bu da, sağlıklı,"parlak zekalı" bir çocuğu "zihinsel zayıflığa" yakalanmış ortalama bir yetişkine dönüştürür. Dolayısıyla din, düşünce süreçlerinin önünü keser.
Çocukluğu bırakalım artık bence de....
İnsanlığın aşamalarını çocuğun katettiği aşamalarla karşılaştımıak meşru olduğuna göre bir umut her şeye rağmen varolmaya devam eder. Oysa, her çocuk ancak büyüdüğünde yok olan bir nevroz aşamasını zorunlu olarak yaşayarak gerçekteır insana dönüşebilir. "Aynı şekilde tüm insanlığın evrimi boyunca nevrozlara benzer durumlar yaşadığı ve dinin insanlığın saplantılı evrensel nevrozu olacağı kabul edilebilir. Çocuğun nevrozu gibi bu nevroz da Oedipus kompleksinden, çocuğun babayla ilişkilerinden türer. Bu kavramlar uyarınca dinin terk edilmesinin bir büyüme sürecinin ölümcül kaçınılmazlığıyla gerçekleşeceğini ve şimdi evrimin tam da bu aşamasında olduğumuzu öngörebiliriz .....
Freud üç argüman ileri sürer: 1° din, uygarlığın özsel bir zorunluluğu değildir; 2° din, yalnızca insanlığın evriminin bir aşamasıdır; 3° dinsel yanılsamadan özgürleşmeye ilişkin tanıyan başka bir eğitim süreci mümkündür.
Bana böyle gelin de ben de mest olayım.
Yanılsamanın bu nitelikleri, yani arzuyla motive olmuş inanç, gerçeklik karşısındaki kayıtsızlık, yanılsamanın gücünü kendisinden aldığı besi suyunu oluşturur. Dinsel yanılsama, tüm yanılsamaların içinde mevcut olmayan ve gözle görülemeyen, bu nedenle de parıltısı sönmeyen bir nesneye duyulan sevgiye dayanan tek yanılsama olduğundan, en açıklanamaz ve en dirençli olan yanılsamadır. Stalin 'in ya da Mao'nun işlediği suçları bir gün ortaya çıkartabiliriz, ama Tanrının işlediği suçları ya da onun eksikliklerini ortaya çıkaramayız . En idealleştirilmiş cinsel nesne bile kırışıklıklarla kaplanacak, kusurlarını gösterecektir. Kendisiyle yalnızca mistik bir birliğe girilen nesne daima kendine benzemeye devam eder: İsa hep 33 yaşında olacak ve Yehova hep asil bir sakal taşıyacaktır. Her türlü aklın dışında varoluşları, etkilerinin sürekliliğini güvence altına alır. Onlar bizi ebediyen nevrozun ve dttşün içine attılar. A. Breton'un deyişiyle, "bu iflah olmaz düş kurucu" insan bunlardan kurtulmayı arzulamaz.
1,422 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.