Hilal Altun

Montaigne, ünlü Dene­meler'inde şu tahlili yapmaktadır: "Ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içinde­siniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsu­nuz. ".
Reklam
Başlangıç olarak, Arapçadan dilimize geçmiş bir sözcük olan "ramak"tan bahsedeceğim. Bu öyle bir sözcük ki, sanırım on­tolojik derinliğine halen yeterince inilememiştir. Bu sözcüğün kökü, göz atma, bakma, dikkat kesilerek bakma, gözlerini dik­me, keskin biçimde bakma anlamlarına sahip olan "rmk"dir. Bu mastardan "ramak" türetilmiş. Sözlük anlamı, "ölümden önceki son yaşam belirtisi, bakış," demek. Ama anlamı sade­ce bununla sınırlı kalmamış ve zamanla genişlemiş. Öyle ki, "ramak" hayat nefesini ifade eder olmuş. Bu bağlamda, haya­tın devamını sağlayan nefes anlamında olduğu kadar ölme­den önceki en son nefesi de adlandırmakta kullanılmış. Yani "az"lığı temsil etmeye başlamış. Yine bir anlam genişlemesiyle hayat ile ölüm arasındaki en küçük ayrım, mesafe, fark an­lamlarına da gelir olmuş. Dolayısıyla "ramak", mastarı can­lı veya diri demek olan "hyy"dan türeyen "hayat"ın "hitam" etmesiyle (mühürlenmesi, bitmesi, sona ermesiyle) "mevt"e yani "ölüm"e geçişin bir andan kısa minimal eşiği anlamına gelmiş.
Norman Brown(1959) , "Ölüm korkusu bedenlerimizde yaşanmamış hayatlarla ölmek korkusudur," der. "Neden," diye sorar Kazancakis, "hayatın ziyafetini iyice doymuş bir konuk gibi terk etmeyelim? " (Kazancakis, 1958)

Reader Follow Recommendations

See All
İnsan, ölümü nesneler dünyası içinde herhangi bir nesne­ olay olarak tanır ve tecrübe eder. Ölümle ilk kez ve her daim "ötekinin ölümü" olarak karşılaşırız. Nitekim Freud, "Kendi ölümümüzü hayal etmek gerçekten de olanaksızdır; bunu ha­yal etmeye kalkıştığımızda aslında o anda bile bir seyirci ko­ numunda olduğumuzu algılayabiliriz." der. Bilinebilir nesne­ler dünyasına özgü bir olay olmayan, ancak ve ancak "benim ölümüm"dür. "Benim ölümüm" , tecrübe edemeyeceğim, dola­yısıyla algılayıp anlamlandıramayacağım, asla bilemeyeceğim bir olgudur; evet, herkes kendi ölümünün cahilidir! Peki, "benim ölüm"üm, kendi ölümümüz, insani bilincin tecrübe edemeyeceği bir olgu ise insan neden ölümden, öl­mekten korkar? Epikuros'un bir zamanlar işaret ettiği üzere, "Ben varken ölüm yoksa ve ölüm olduğunda da ben olmaya­ caksam", ölümden endişelenmek niye?
.... toplumsal yaşa­mın gündelik akışı içinde ve kültürel dünyanın yansıtmala­rında, görsel ve yazılı medyada, gazetelerin üçüncü sayfa ha­ berlerinde sabahtan akşama kadar ölümün temsilleriyle karşı karşıya kalırız ama hiçbirinde ölüm insanın kaçınılmaz sonu değildir. Görüntülerin hiçbiri, doğal bir süreç olan ölümü, hiçbiri eceli, hiçbiri faniliği içermez. Tersine hepsinde ölüm olağandışı bir olay, bir aşırılık, bir sapma, bir facia, bir skandal olarak temsil edilmiştir. Ölüm bilincini bastırarak gündelikle­şen ve dolayısıyla güdükleşen toplumsal hayat, ölümün tüm hatırlatıcılarının içeriğini boşaltır, doğallığından arındırır, dışsallaştırır; ölüme, marazi, arızi, yaşamla organik bir ilişkisi ol­mayan neredeyse bir tür tatsız kaza süsü verir.
Reklam
Reklam
539 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.