Gerçeğin peşinden sürüklenmek her insanın yaşaması gerektiği süreç hatta bazı zihinlerin hayatı boyunca orada kalacağı bi düşünce deneyidir. Filozofların sundukları konseptler her ne kadar birbirinden bağımsız ya da ayrı gözükse de dediğiniz gibi hayat görecelidir. Hayat her zaman dönüşür, değişir, olay ufkundan bakan bizler için gerçek algılaşımıza göre hareketsiz iken gerçeğin tekilliğine çekilen zihinler için kaybolmaktır. Sonsuz gücü görebilmektir. Gerçekliği tadan zihinler dilleri yok olduğu için anlatamıyorlar. Bazen kekeliyorlar ve bu kekemeler filozoflar oluyor bazen. Şu an Bilimde bu konuda ivmelenerek suskunluğa gidiyor. Evrenin maddesini anlayamıyoruz. Ama soyut kavramlar için gereksiz enerji sarf ediyoruz. Gerçeklik ne Kâinata ne de yaratılan herhangi bir şeye sorulmamalıdır. Gerçekliğin tek muhatabı onu sorgulayan zihindir. Filozoflar kitleye hitap ettiği için her zaman anlatma ihtiyacı duymuştur. Ama anlaşılmayı ciddi şekilde başaramamışlardır. Bu onların gerçeği ıskaladığı anlamına gelmez. Bilimde (özellikle Astrofizikte) gerçekliğin tanımı da zaman gibidir. Görecelidir. Her şey zamana ve entropiye bağlı iken göreceli kavramları karşılaştırmak zamanı anlamadığımızı gösterir. Aslında bilim bunu çoktan fark etti. Bilimin algılayışı değişiyor her gün ama insanlar hep aynı noktadan baktığı sürece gerçekliğin, bilimin ve hayatın durağan olduğunu görüyor...
Son olarak; gerçekliğin ne olduğunu sormak yetersizdir. Bir sorunun kıymeti o sorunun kaç tane daha soru doğurduğudur. Sadece Gerçeği bilmek istemem. Boyutlar arasında gerçeğin nasıl dönüştüğünü öğrenmek isterim? Zamanda geri gidebilmek mümkün olsaydı gerçeklik neden değişsin ki? Zaman-Gerçeklik-Entropi üç silahşörler mi?