Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nebileyim

Nebileyim
@Nebileyimmm
Raf: Nebileyim
994 okur puanı
Haziran 2018 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Medeniyetin sonu uyuşukluk, bolluğun sonu zayıflık olabilirdi.
Reklam
Ortaçağ metinlerinde egzersiz için “sağlığı korumaya yaradığını söyleyebiliriz” diye geçer, “vücut sıcaklığını arttırır ve kudret verir.” Sağlığı koruma arzusu bu noktada belirleyicidir.
18. yüzyılda resmi gösteriler, izinli şenlikler, Hıristiyanlaştırılmış tören düzeni öncelikle şehirlerde, geleneksel eğlenceleri alt etti. Teşebbüsün ucu ister istemez, karnaval zamanı danslarla, oyunlarla, şölenlerle ‘iğrenç bir yozlaşma’ sergilemekle suçlanan gençlik birliklerine, yarışmalarına, oyunlarına, krallarına, geçici kurallarına ve charmerı’lerine de dokundu. 17. ve 18. yüzyılda o güne dek hiç olmadığı kadar toplumsal yapıya sızan devlet, bu tür grupların kısmi ve sınırlı da olsa bir nüfuza sahip olmasını hoş göremezdi artık.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eski zamanlarda oyun bir iş ya da emekten çok pür zevkti, insanı bir şeyler inşa etmeye değil, her şeyden vazgeçmeye götüren sebepti.
16. ve 17. yüzyıl insanının gözünde sinirler “boru” ya da “ipler”, her bir bölüme hareket etmek ve hissetmek için gereken ruhu taşıyan şebekelerdi. Öne çıkan tek görüş, sinirlerin etin orta kısmında yuvalandığıydı; tam olarak çözülemeyen, esnekliğin ya da katılığın işaretleriydi bunlar.
Reklam
Baleden kılıç oyunlarına, binicilikten ciride dek, soyluların rağbet ettiği bütün egzersizler biçim olarak 16. yüzyılla 17. yüzyıl arasında altüst olurken, yeni toplumsal düzenlemelerde payı olan yeni bedensel meziyetler işin içine katıldı.
Eskrim savaştan doğdu, ama bunun yanı sıra, başta ateşli silahlar olmak üzere yeni saldırı araçlarının keşfedilmesi gibi özel bir çelişki de bunda etkili oldu.
Hareket etmek, evrenin yeni kanunlarına, 16. yüzyılda bilimin öne çıkardığı geometrinin kurallarına boyun eğmek demekti.
Yeni cinsel kültür, 19. yüzyılın başından sonuna dek insanlara fiziksel bedenin, içindeki ahlaki bireyin “doğal” düşmanı olduğunu aşılayacaktı inatla.
Tecavüz, kadının erkekten aşağı görüldüğü, ama bu kadarla kalmayıp, özellikle yoksulların dünyaya sırf güçlü cinsin ihtiyaçlarını karşılamak için geldiği kanısının hakim olduğu bir kültürün ürünüydü. Tecavüzün nispeten cezasız kalması da, cinsiyetler ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerin bu temel kuralından kaynaklanıyordu: Efendiler hizmetçilere, askerler seyyar satıcılık yapan kızlara, yerel eşraf köy kızlarına saldırmakta serbestti. Bu kural, neden yasal süreçlerin dışında kararlar alınarak, iki taraf toplumsal eşit konumda değilse parayla, eşitseler zoraki evliliklerle işin halledilmeye çalışıldığını da açıklıyor.
Reklam
Ortaçağ’ın sonundan 18. yüzyılın sonuna kadar tecavüz esasen bir mala saldırı olarak kabul edildi, çünkü bir kadının bedeni eğer bakireyse babasına, evliyse kocasına, rahibeyse İsa’ya aitti. Evlenme çağındaki bir kız bekaretini kaybettiğinde evlenme piyasasında değeri alabildiğine düşerdi, evli bir kadın tecavüze uğradığında ise kocasının şerefine leke sürmüş olurdu. Tecavüzle beraber sık sık fiziksel şiddet ve hırsızlık da olurdu, bunlar genellikle cinsel saldırının kendisinden çok daha fazla adli makamların dikkatini çeker ve daha sertçe cezalandırılırdı.
18. yüzyılın ortasıyla sonu arasında, aşk evliliğin olağan sayıldığı bölgelerde kocalarının sadakatsizliğine karşı kadınların tepkileri şiddetlenmiş, sözlü ya da fiziksel olarak kötü muameleye de sesleri hissedilir ölçüde yükselmiştir.
Yürürlükteki iki yönlü bir normdan ya da çifte standarttan ötürü, erkekler evlenmeden önce tensel zevkleri tecrübe edebilirken, kadınlar düğüne kadar bekaretlerini korumak zorundaydılar. Bunun birlikte, bir çift yasal olarak evlendikten, dolayısıyla cinsel ilişkileri meşrulaştıktan sonra bile cinsellik hem dinin hem tıbbın gözünde bir diken olarak kalırdı.
17. yüzyılda hekim Richard Napier aşk hastalığından mustarip erkekleri ve kadınları tedavi ediyordu. Hastaları en çok kalplerin kırılmasından şikayetçiydiler: Ya terk edilmiş, ya ihanete uğramışlardı, ya da aileleri istedikleri kişiyle evlenmelerine karşı çıktığı için hayalleri yıkılmıştı.
18.yüzyılda, ilk olarak İngiltere’de, bir süre sonra da Fransa’da ve İtalya’da aşkta bireysellik kavramı toplumun bütün katmanlarına sızdı. Büyük topraklara ve saygın unvanlara sahip olan ailelerde bile babanın eş seçimine karışma ilkesine öldürücü darbeyi hiç kuşkusuz romantik hareket indirdi.
3.511 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.