Yaşam kimi zaman çetindir, sağlam yapılı köy insanları, dolaşmasını ya da elleri kollarıyla hareket etmesini ya da hiçbir neden yokken alık alık gülmesini ya da havanın güneşli ya da göğün açık olması gibi sudan nedenlerle zevkten dört köşe olmasını iyi bilirler. Gerçek sorunlar bulunduğunu gizliyor gibi görünen bu aldatıcı gençlik güzelliği, bu on dokuz yaş aldatıcılığ, yalnızca on beş yirmi yıldan beri sefalete, kıtlığa ve bitkinliğe göğüs gererken bile hâlâ gözlerin parlayabilmesi gibi şeyler çok kez birbirine karışıyor ve gerçekte çok kötü olan şey o kadar da kötü değilmiş gibi görünmeye başlıyor. Kusursuz bir güzellikten çok sevimliliğin, canlılığın ve hareketliliğin yarattığı bir güzellik vardır…
Bilin ki para kimseyi ne daha mutlu ne de daha neşeli yapar. Yaptığı tek şey, insanın yüreğini kötü bir karışıklığa sürüklemektir. Parayla hiç kimseye yardım edemezsiniz; onu daha mutlu, daha güçlü ve neşeli kılamazsınız. Bu yuvarlak metali ve ağır kâğıtları en büyük düşmanınız olarak görün ve ondan nefret edin.
Eli paraya gitti mi yüreği sertleşir, kanı donar, yalan söyler, dürüst davranmaz, tehlikeli olur.
Parası olan bir adamın gerçekten iyi olup olmadığını bilemezsin. Servetinin nereden ve nasıl geldiğini bilmen mümkün değildir.
Şimdi, diyelim ki birinin çok parası var; hem öyle çok ki yüzlerce, binlerce kişi bu parayla işlerini yoluna koyabilir. Ama o, bu paradan onlara zırnık koklatmaz. Oturur ağır kâğıtların üstüne, kollarını da sarar yuvarlak metallere, gözlerinde hırs ve zevk parıltılarıyla bakınır durur. "Bu kadar çok parayı ne yapacaksın?" diye soracak olsan, "Bu dünyada giyinmekten, açlığını ve susuzluğunu bastırmaktan başka ne istersin?" desen, söyleyecek söz bulamaz, ya da "Daha çok para istiyorum, daha çok, daha çok," der. Böylece sen de, paranın onu hasta ettiğini, bütün duyularını ele geçirdiğini anlarsın.
Hastadır o, kaçıktır. Ruhunu yuvarlak metal ve ağır kâğıda adamıştır. Hiçbir şeyle yetinmez, gözü doymak bilmez. Kimseye kötülük etmeden, haksızlık yapmadan, geldiğim gibi göçüp gideyim şu dünyadan diye düşünmez. Hiç aklına getirmez ki, Büyük Ruh, kendisini yeryüzüne yuvarlak metal ve ağır kâğıtla getirmemiştir. Çok azı bu konuda kafa yorar. Çoğu, hastalıklarına bağlı kalır, yürekleri hiçbir zaman iyileşmez. Paranın sağladığı güçle mutlu olurlar.
Kitapçıya veya kütüphaneye gitmek üzere yola düşün. Amacınız, okumak zorunda olduğunuz kitabı bulmak olsun. Sizi öyle büyüleyecek bir kitap bulmak istiyorsunuz ki, televizyonu size tamamen unuttursun.
Shakespeare’i Shakespeare yapan neydi, diye sordu. İngiliz dilindeki her heceyle sesle neler yapılabileceğini nasıl gösterdi? Çünkü kendini tüm karakterlerinin yerine koyarak yazıyordu; lordlar ve katiller, kraliçeler ve halktan insanlar.
Şimdi sessizce bir odada kendi başınızasınız. Ne düşünüyorsunuz, ahmakları ve ikiyüzlüleri mi? Kahkahaları ve hicivleri mi? Hayır. Kendi yaşa dıklarınızı düşünüyorsunuz. Kara tahtaya yaslandı ve bir iç çekti “açıkçası insanın kendisi hakkında şiir yazması, başka konular üzerine yazmasından kolaydır.”
Hakiki bir şiir hakkında bildiğim budur benim. “Duyguyu bu dünyada bizim anladığımızdan daha etkili, daha açık ifade eder. Bedensel dehanın ve yoğunluğun; sivri keskin nesnelere kadar somut, şaşırtıcı bir dünyadır.”