Vakti Garîbe Âlemi Muhal

Yusuf'un yarattığı sessizliği düşündüm bu sabah Ali Şeriatî'nin satırlarını okurken. Kendisine kadınların önüne çıkması emredildiğinde geçmişle geleceği birbirine rapt eden, gayba yaşlanmış yeni bir zaman zarfı yaratılıyordu sanki. Belki dondurulmuş geçmiş zaman olarak tesmiye olunabilir bu zaman aralığı. Kadınlar Yusuf'u görüyorlar
Reklam
Suların tutuşması kıyamet anına denk düşer. Her zulüm kıyametin büyüyen bir alameti!
Dün arabada Yusuf Suresi dinlerken bir kaç not aldım. Bir tanesini arz ediyorum. Ayette "sikkin" kelimesi verilmiş kadınların eline. Sikkin bıçak demek ve sükût ile aynı kökten geliyor. Kesip ayırmak! Sükût ile kesilip ayrılıyoruz varlığın kesif tarafından, sesin ve gürültünün dünyasından. Emirin hanımını kınayan kadınlar, Yusuf'u görünce, güzel olarak daha önce ne biliyorsa kendi kanlarını döküp tevbe ediyor ve ayrılıyorlar durdukları yerden. Kendisini kınadıkları için emirin hanımı vermişti bıçakları diğer kadınların eline, Yusuf'u o göstermişti kadınlara. Kendimizi kendimizden ayıracak bıçağı nereden bulacağız? O bıçak içimizde yatıyorsa? Dikkatimi çekti yazamdan edemeyeceğim. Ayette "kadınlara yaslanmaları için yastıklar hazırladı" ifadesi ile "onlardan her birine bir bıçak verdi" ifadeleri peşpeşe geliyor. Zıdlıklardan müthiş bir mânâ koridoru hazırlamamış mı Kur 'an bize? Her rahat anımızda bizi kanatacak bir bıçak da işte burada yatıyor sanırım.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yaşlar akarak, belki uçar zerresi aşkın Âteşle yaşar, yaşla değil, yâresi aşkın Yanmaktır efendimz biricik çâresi aşkın Ağlatma da yak, hâl-i perîşanıma bakma! Tahir'ül Mevlevî
Işık varlığımızın bir yanı... Gölge varlığımızda anlamlandırmaya çalıştığımız şeylerin ilki bu yüzden belki de... Sessizliğe anlam katan suskunluğumuz gibi...
Reklam
Ramazan okumalarından kısa ama çok ilginç bir iktibas yapmak istiyorum. . Şu an gökyüzüne baktığım anda gördüğüm karanlık ile, tufan sırasında gündüzü kaplayan karanlık arasındaki teşbih açısını hayal ediyorum. Minyatürleri incelediğimde hem gökyüzünün hem de yerden yükselen suların siyah renkte tasvir esildiğini gördüm. Demek ki tufan sırasında karanlık onları hem alttan hem üstten kuşatmıştı. Hiç gündüz olmayacakmış gibi. Yapageldikleri zulmün bedeli olsa gerek. Merhum Hamdi Yazır'ın değerlendirmesine bırakıyorum sözü. Bakalım siz ne diyeceksiniz? Yasin Suresi 41.ayet: Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır. Bizim, dolu gemide nesillerini taşımamız da kendileri için bir delildir. "Dolu gemi" denilince önce Hz. Nuh'un gemisi hatıra gelir. Fakat burada "nesilleri" kaydı, bunu kastetmeye engeldir. Bu karîne (ipucu) ile burada "dolu gemi", hamile kadınların rahimlerinden mecazdır, beliğ bir istiâredir. Evet babanın sülbünden (belinden) bir tufan ile atılan nesiller, anaların rahimlerinde Hz. Nuh'un gemisi gibi bir kurtuluş gemisi bulur.
Ancak Kevser ile sönecek yangınlar var içimde!
Karşılığını hayattan beklemeksizin, ölüme açılan bir mânâ yakalamak istiyorum..
. زندگی شاید آن لبخندی ست، که دریغش کردیم زندگ, زمزمه پاک حیات ست، میان دو سکوت زندگی، خاطره آمدن و رفتن ماست Hayat belki hayıflandığımız o gülüş Hayat iki sükût arasında, Hayatın sâf fısıltısı Hayat, hatıra geliş ve gidişimiz... Şiir Sohrab Spehri'ye ait. Dikkatimi çeken husus aynı mısrada hayatın hem Arapça hem de Farsça beraberce zikredilmiş olması. İlginç bir vurgu olduğunu düşünüyorum. Sopehri şiirine çok hakim değilim o yüzden neyi işaret etmek istediği konusunda net bir fikrim yok. Ama kanımı kaynatan bu kısa şiir parçası üzerinde yazmadan edemezdim. Hayat. Hayy'dan geliyor. Bana göre daha çok ahirete bakıyor. Hayatın sâf fısıltısı bana Hz. Ademin cesedine temas eden kutsal nefesi hatırlatıyor. O nefesin sıcaklığını anımsıyoruz kanımız kaynadığında. Zindegi, zinde ve canlı oluş. Daha çok derd-i mâişet ve dünyevî meşakkat. İlk hayat iki sükût arasında. Doğum ve ölüm. Tınısız, renksiz ve akissiz bir sükût. Başkalarının dudaklarından okuyoruz bu sükûtu. İkinci hayat sâf fısıltısıyla duyuruyor kendini. İşte ilahî nefhâ. Sıcak...rahmetin buğusu var içinde. İki sükûtun donukluğu bu hayatın sınırları dışında. Diri ve nefes alan bir sükût bu ikinci hayattaki.Her daim hatırlanmaya değer!
Jonh William Waterhouse'ye ait 1874 yılında tamamlanan "Uyku ve Üvey Kardeşi Ölüm" isimli tablo. . . Zümer Suresi 42.ayet Allah, ölüm vakitleri geldiğinde insanları vefat ettirir, ölmeyenleri de uykularında ölmüş gibi yapar. Ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar (hayata) salar. Kuşkusuz bunda iyice düşünenler için dersler vardır. Âyette geçen "teveffî" kelimesi, bir şeyi yeterli olarak, yani kamilen ve tamamıyla almak, çekip çıkarmaktır. Bundan dolayı ruhun Allah tarafından tamamıyla kabzedilip alınmasına "teveffî" ve ölüme "vefat" denilmiştir. Emaneti yerine teslim ile tamamen vefa etmek (yerine getirmek) gibidir. . . Öldükleri zaman, yani bedene ait tasarrufları ve ilgileri kesildiği zaman ölmeyenleri de uyudukları zaman alır da üzerine ölüm hükmünü verdiklerini alıkor, tekrar dirilinceye kadar tutar diğerlerini, henüz ölüm hükmü verilmemiş olan uykudakileri salıverir belirli, takdir edilmiş bir süreye kadar ki, ölecekleri zamandır. İşte böyle hem ölüm halinde, hem de uyku halinde o nefisler, Allah Teâlâ'nın elinde bulunur. . .
Reklam
Kaç yıl önceydi hatırlamıyorum. Kaç sorusu anlamsız kalıyor şu anda. Sayısal olarak bir geri dönüş değil çünkü anlatmak istediğim. Ne yılın önemi var, ne aradan geçen zamanın ne de kaç sorusunun. Marmara İlahiyata teravihe gidiyordum yine. Bir bahar yağmuru vardı, ıhlamur ağaçlarının altından geçiyordum. Dalların altında gizlenen baygın ıhlamur
Farkındayım, içimdeki hisler gündelik kelimelerin ötesine geçiyor. Çiçek ile meyve arasında, hayatın anlama kavuşmaya yakın bir noktasında, gölgeli ve rayihâlı, iç yakıcı ve dudak kavurucu kelimeler bunlar. Şiire dökülecek kadar tutuşmamış, ama gündeliğe gidecek kadar da hissedilmemiş değiller. 
1.567 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.