Sanatsal düzeyde betimlenmiş olan ile varlığa dokunuş, varoluşsal bir iniş olmak ile beraber, varoluşa dair yükselişi ve genişlemeyi de beraberinde getirir. Estetik ilke, mekânsal alan açmak ve varlığa dokunmak ile kendinde kılmak sanatsal oluşun gereğidir.”
Felsefe kavramsal görüyü önceler iken sanat, imgesel olan anlayışa dayalı sezgisel görüde anlayışın düşüncede daha da derinlere inmesine yardımcıdır. Felsefe kavramı, sanat ise formu önceler. Sanatçı nesnesinin imgesi üzerinden onun derinlerde yer edinmiş formuna erişir. Orada ve oradan başlayarak estetik ilkeye, zamanın ruhuna ve kendi ruh hâline göre kendi iç süreçlerinde içerik ve form ekseninde kendiliğinden yeni ve özgün bir eser üretir.
Ateşle suyun hikâyesini bilir misin? Ateşin suyu ilk gördüğünde nasıl yandığını, Saç diplerine kadar.. Ve suyun aşkından aktığını, aktığını, Akıp da gittiğini bilir misin? Upuzun yollardan geçip buluştuklarında birbirlerine yaptıklarını... Bütün imkânsız ve hep can çekişen aşkların intikamını alırcasına söndüklerini ve yandıklarını bilir misin? Gerçek aşkın hep beklediğini, sevmenin ve sevişmenin koynunda ıssız bir çölde kaybolduğunu... Serabını arayan, ve sıcaktan kavrulmuş gezginler gibi, tek bir kalbin etrafında dönüp durduğunu bilir misin? Sahip olamayacağım sana, bekleyeceğim... Ateşle su gibi...
Çık, gel bana͊ Tut sıkıca, ellerimi bırakma͊ Kaybolmamak için tutun bana. Ben sana, sen bana ayna oldukça, Aşk ile tutundukça, Kaybolmayız varlık deryasında.”