Platon'un başucumda duran 'Devlet'ini alıyor, evirip çeviriyor, "Mülkün bekçisi," diye mırıldanıyor. "Güzel. Bu sizin görüşünüz. Bana göre de en büyük, en güçlü bekçi bu değil, halktır. Normal bir kulağın duyamayacağı sesleri duyar o. Tavuk gibidir, depremi önceden sezinler. Kara gecenin kara tarlasindaki kara kuzuyu, dünyanın öbür ucunda da olsa görür. Dilencidir o, dinlendiği paraları dikkatle sayar, planlar kurar, zenginleşme düşleri görür. Fahişedir o. Müşterilerinin kuyruğa girmesini ister, kuyruğun uzamasından pay çıkarır, para çıkarır, hepsini mülkiyete tahvil eder o."
Bu sabah, kendi yasasını tepeleyen derin bir devrimin gülümseyişinde buldum kendimi. Uyandım hemen. İçimdeki aynaya çevirdim yüzümü. Dürtülerini haddinden fazla ciddiye alan bir yüz. Karmaşık düşüncelerden kaynaklanan duygusal itkiler ve bu itkilere karşı itaatsizliğin yarattığı muzip tik'ler. Zaman öncesinden gelmiş, zamana uğramadan geçip gitmiş bir yüz bu. Ne anamın ve ilk sevgilimin bir zamanlar övdüğü bu yüz, ne de bu ayna bana ait olamaz. Gururunu gururuma doğru yayan bir hayatın aynası bu.