Özgün

Devletin çekirdeğindeki tahıl yetiştirenler ve köleler evcilleştirilmiş tebaa iken; toplayıcılar, avcılar ve göçebeler yabani, vahşi, evcilleşmemiş insanlar, yani barbarlardı. Yaban hayatı, haşaratlar ve küçük yırtıcılar evcilleştirilmiş hayvanlar için neyse, barbarlar da evcilleştirilmiş tebaa için odur. En iyi ihtimalle ele geçirilememiş kişiler; en kötü ihtimaldeyse yok edilmesi zorunlu bir rahatsızlık kaynağı ve tehdittirler. Yani ekili arazilerdeki ayrık otları evcilleştirilmiş ekinler için neyse, barbarlar da uygar yaşantı için aynı şeydir. Birer musibettirler ve hasat vakti davetsiz bir şekilde açığa çıkan bu insanlar, kuşlar, fareler ve sıçanlar devlet ile uygarlık için tehlike kaynaklarıdır. Ayrık otları, haşereler, küçük yırtıcılar ve barbarlar ("evcilleştirilmemiş” kişiler) tahıl devletindeki uygarlığı tehdit eder. Boyunduruk altına alınıp evcilleştirilmeleri, bu yapılamıyorsa da imha edilmeleri veya mutlak surette evin dışında tutulmaları gerekir.
Reklam
Karanlık çağlar, hanedanların güçlerinin zirvesinde olduğu efsanevi dönemler kadar yaygındır. Çoğu kez bu terim, gücü merkezde toplayan bir hanedanın başarılarını kendisinden önceki dağınık ve birliksiz yapıyla karşı karşıya getiren bir propaganda biçimidir. En azından, nüfusun devlet merkezinden çekilmesi, anıtsal binaların yokluğu ve saray
Politik kırım! Tahıl ve emek cinsinden alınan ezici vergiler, iç savaşlar ve başkentteki veraset savaşları, devletler arasındaki savaşlar, bedensel cezalar gibi baskıcı uygulamalar ve keyfi suiistimallerin tümünü devletlerin yarattığı sonuçlar olarak görmek mümkündür ve bunlar, tek başlarına veya bir araya geldiklerinde bir devletin çöküşüne yol açabilir. Sıkıntılı zamanlarda nüfusun tahıl merkezinden dışarı sızıp "tepelere doğru gitmesi" ve göçebe hayvancılığa yönelmesi, her şeyden çok insan gücüne ihtiyaç duyan bir devlet içinde homeostatik bir araç işlevi oynamış olabilir. Muhtemelen tebaasının belli bir bölümünün kaçtığını gören devlet, onların yükünü azaltmaya ve nüfus kaybını önlemeye dönük olumlu önlemler almış olabilir. Ancak çöküşün sıklığı, bu sinyalin ya alınmadığına ya da göz ardı edildiğine işaret etmektedir.
Devlet, köleliği icat etmediği gibi savaşı da icat etmemişti. Fakat bu müesseselerin ölçeğini büyütüp bunları temel devlet faaliyetleri haline getirmişti. Bu, eskiden tutsak almak için devletsiz toplulukların yaptığı küçük ama sürekli baskınları, aynı amaçlar için başka devletlere karşı verilen savaşlara dönüştürdü. İki devlet arasında tutsak almak için verilen bir savaşta kaybeden taraf, adeta tanımı gereği silinip gitmekteydi. Alın size "çöküş”! Genel uygulama nüfusun çoğunu öldürmek veya tutsak almak, mabetleri yok etmek, evleri ve ekinleri yakmak; kısaca kaybeden devleti bütünüyle imha etmekti. İstisnası taraflardan birinin barışçıl bir şekilde teslim olmasıydı. Bunun sonucu genellikle haraca bağlanmak oluyor, arada sırada ise yenilen tarafın toprakları galip tarafın getirdiği yerleşimciler tarafından işgal ediliyordu. Bu, diğerine nazaran daha yumuşak bir alternatif olsa da yine özgün devletin yok olmasıyla sonuçlanıyordu. Savaşa tutuşan yönetimler alüvyonlu Mezopotamya topraklarında, Qin hanedanı öncesi Çin'in "Savaşan Devletler” döneminde, Yunan şehir devletlerinde ve Maya devletlerinde olduğu gibi sayıca çok, birbirine denk büyüklüklerde ve birbirine komşu topraklarda olduğunda (bir diğer tabirle "akran yönetimler" olunca) devletçikler ardı ardına hızlı bir şekilde yükselip yıkılıyordu. Çöküş çok yaygın bir olguydu.
Tuzlanma ve toprak yorgunluğu, tahıl eken ve sulama yapan devletin kendi varlığını tehdit edebilecek iki başka antropojenik sonucudur. Sulama kanallarındaki suyun tamamında çözülmüş tuzlar vardır. Bitkiler bu tuzu almadığından, tuz zamanla toprakta birikir ve bol sulamayla durulanmadığı takdirde bitkileri öldürür. Sadece kısa vadeli bir çözüm olan bol suyla durulama ise toprak altı su düzeyini yükseltir ve (tuz varlığını koruduğundan) neticede tuzu yüzeye yakın bir yere getirir. Böylece bitkilerin köklerine ulaşır. Arpa, buğdaya kıyasla tuza karşı daha toleranslıdır. Dolayısıyla artan tuzlanmaya uyum sağlanabilmesi için atılacak adımlardan biri, genel anlamda daha makbul olan buğday yerine arpa ekilmesidir. Fakat toprak altı su düzeyi, dolayısıyla tuzlar yüzeye yaklaştıkça arpada bile verim büyük oranda düşmektedir. Güney Mezopotamya'da eğimin az oluşu ve düşük yağmur miktarı sorunu daha da ağırlaştırmaktadır ve bu konunun uzmanı Adams, MÖ 2400'den sonra tedricen artan tuzlanmanın bölgedeki ekolojik gerilemenin altında yatan önemli bir etmen olduğuna kanaat getirmiştir.
Reklam
8,9bin öğeden 1 ile 6 arasındakiler gösteriliyor.