Koalamundo

Hayatın şefkatli yanını bana sen öğrettin sevgili Portuga. Bugün çocuklara misketler ve kartlar dağıtmaya çalışan benim, çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor.
Reklam
Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey.
Sayfa 169Kitabı okudu
Ne diyorsun evladım sen babanı mı öldüreceksin? Evet, öldüreceğim. Çoktan başladım bile. Öldürmek derken öyle Buck Jones'un tabancasını alıp dan diye öldürmeyi kastetmiyorum. Öyle değil. Kastettiğim onu kalbimde öldürmek. İyiliğini istemekten vazgeçmek. Derken bir gün ölüp gidecek.
Sayfa 146Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sebepsiz yere zalimce sopa yemiş savunmasız bir hayvan gibiydim......... Madem dayak yemekten başka işe yaramıyordum, en azından filmlerde başkalarının sevgiyle kaynaştığını izleyebilirdim.
Sayfa 140Kitabı okudu
Çünkü dünyanın en iyi insanı sensin. Senin yanındayken kimse bana zarar vermiyor ve kalbimde mutluluk güneş gibi parliyor.
Sayfa 127Kitabı okudu
Reklam
Bilesin ki kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar
Sayfa 120Kitabı okudu
"Bugün çalışıyorsun ha, Zezé?" "Çalışmaya hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştım." "Noel nasıl geçti?" "Normal." Fırçamla sandığı tıklattığımda ayağını değiştirdi. Ayni işlemleri öbür ayak için de tekrarladıktan sonra cilalama- ya başladım. Bitince sandığı tıklattım ve ayağını çekti. "Borcum ne, Zezé?" "İki yüz kuruş." "Niye o kadar az? Herkes dört yüze boyuyor." "Bir gün iyi bir boyacı olursam o kadar isterim. Henüz olmaz."
"Fakir bir babanın evladı olmak ne fena!" Bakışlarımı ayakkabılarımdan hemen karşımda du- ran takunyalara kaydırdım. Babam dikilmiş bizi izle- mekteydi. Gözleri müthiş bir kederle dolarak adeta mişti. O kadar büyümüş, ama o kadar büyümüşlerdi ki Bangu Sineması'nın perdesini boydan boya kaplayabilir. lerdi. Bu gözlerde öyle ağır bir burukluk vardı ki istese bile ağlayamazdı. Geçmek bilmeyen bir dakika boyunca bizi süzdükten sonra ses çıkarmadan arkasını döndü. Tas kesilmiştik, hiçbir şey söyleyemedik. Şapkasını komodi- nin üstünden aldı ve yeniden sokağa çıktı. Totoca ancak o zaman koluma dokundu.
Ah altın kalpli Zeze
"Hiç de değil, Dona Cecilia. Dünya Tanrı'nın değil mi? Dünyadaki her şey Tanrı'nın değil mi? Oyleyse çiçekler de Tanrı'nın..." kurduğum mantık karşısında şaşırıp kalmıştı. "Başka türlü çiçek getiremezdim, öğretmenim. Evimizde çiçek bahçesi yok. Çiçek pahalı bir şey... Masaniz daki bardağın sürekli boş kalmasını istemedim." Zorlukla yutkundu. "Arada sırada bana seyyar satıcıdan kremalı çörek almam için para vermiyor musunuz?" "Her gün vermek isterdim. Ama hemen ortadan kayboluyorsun..." "Her gün kabul edemem..." "Neden?" "Sınıfta beslenme saati için yiyecek getirmeyen başka fakir çocuklar da olduğundan." Çantasından mendilini çıkarıp belli etmeden gözlerini sildi. "Corujinha'yı bilmiyor musunuz?" "Corujinha kim?" "Hani zenci bir kız, benim boyumda, annesi saçlarını bir sürü küçük topuz yapıp iple bağlar." "Anladım. Dorotilia'yı diyorsun." "İşte o, efendim. Dorotilia benden daha fakir. Öbür kızlar onunla oynamak istemiyorlar, çünkü hem zenci hem aşın fakir. Bu yüzden hep herkesten ayrı duruyor. Verdiğiniz parayla aldığım çöreği onunla paylaşıyorum." Bu kez mendili uzun süre burnundan ayırmadı. "Bazen parayı benim yerime ona verebilirsiniz. Annesi çamaşırcılık yapıyor ve on bir çocuğu var. Hepsi küçük. Anneannem Dindinha yardım için onlara her cumartesi biraz kuru fasulye ve pilav veriyor. Ben de çöreğimi paylaşıyorum, çünkü annem bize, fakir olsak da elimizdekini bizden yoksullarla paylaşmamızı öğretti.
Sayfa 76 - Can modernKitabı okudu
İş çıkışı dolmuştayım, arkamdaki beyefendi eşiyle telefonda konuşuyordu "Parayı bulamadım, ilacı alamayacağız, ameliyat ertelenebilir." diye. Çocuğu hastanedeymiş. annesi yanında. Kadının ağlayan sesi geliyordu. Ayağa kalktım, "Benimle gelin, yardım edeceğim size." dedim. Adam, eşine "Bir hanım yardım edecekmiş, iniyorum."dedi. Esinin "Şaka mi yapıyorsun diye ağladığını duydum. Eve girdim, parayı aldım ve verdim. Çok dua etti. "Seni Allah gonderdi bize deyip gitti Böyle kandiriyorlar insanları,dolandırıyorlar diye çok tepki aldım arkadaşlarımdan ama asla umurumda olmadı. Ruhunuzdan gelen o güzel seslere asla kulağınızı kapamayın "Neden ben insanlardan şüphe duyup kalbimi kirleteyim? Insanlar güvenilir olmayı öğrensinler, der bir Kizilderili atasörü. Belki güven duymaya başlarsak sahiden güvenilir olur karşımızdaki insanlar. Belki her şeyden şüphe duyduğumuz için zor durumda kalıyoruz.
Sayfa 203Kitabı okudu
Reklam
Bir eş sayesinde ev bark bulmak için gü zelliğim yoksa alnımın teriyle ev bark idare edebilerek, ser vet ve güzellige nispet yapmak istiyorum. Herkese kendini sevdirmenin, herkes tarafından hürmet görmenin yalnız gü zellikle olmayıp, çalışmakla, kazanmakla, öğrenmekle, ilim bilmekle de olacağını göstermek istiyorum. Bu sevilmenin, bu rağbet görmenin öyle kaybedilebilecek, çalınabilecek bir servete, gençlik âlemine özgü geçici güzelliğe benzemediğini anlatmak istiyorum. Onlar sahiplerini alınları buruştukça, saçları ağardıkça, vücut pörsüdükçe terk eden vefasızlardır. Onlar bana rağbet etmemişlerse ben de onlara tenezzül etmi yorum! Benim kazanmaya ve ele geçirmeye çalıştığım huylar ve erdemlerin ise en büyük ve en güzel süsleri derin düşünce lerle buruşmuş alın ile ilim uğrunda ağarmış saçlardır.
Sevda -ki bir insanın yalnız gönlüne değil, akıl ve fikrine, iradesine, velhasıl bütün heveslerine, manevi kuvvetlerine hákimdir- daima şüpheler ve kuruntular için de bulunmaktan memnun olduğundan, kulak ve gözleri her işittiği, her gördüğü şeyi onun mizacına göre işitip görmeye, akıl kuvveti her hükmünü onun arzusuna göre vermeye mecburdur.
Sayfa 164Kitabı okudu
Su hikayeyi oluşturan vakayı ve durumların gecti zaman olan bundan yirmi beş otuz sene önceki Avrupa görmüş bazı gençlerden önce kibar zengin çocuklarına ve sonraları hal ve vakitleri ikinci derecede bulunan devlet adamlarının çocuklarının kabiliyetlerine sirayet eden alafrangalık illetine yatkınlığı dolayısıyla Keşfi Bey dahi düşmüş ve pederinin kudret ve mevki müsaade ettiği dairesinde olmak üzere Frengåne süslü gezmek, Fransızca okumak, "Bonjur! Bonsuvar! Vuzalle biyen?" demek için Beyoğlu'nda adam aramak, Türkçe sohbet ederken araya Fransızca sözler katmak, koltuğunun altında roman taşımak israf ve eğlenceye, borç etmeye özenmek ve Türkçeyi edebiyatsız, kaba bir lisan kabul edip bu lisanın cahili bulunmakla iftihar etmek gibi alafrangalığın o zamanca ve belki hála bile merasim ve ihtiyaçlarından sayılan fikir, davranışlar ve bilgilerde velhasıl milliyetten mümkün olduğu kadar sıyrılmak hususunda bu da akrani mertebesine yetişmişti.
Sayfa 160Kitabı okudu
O zaman o mektubun yazılışındaki letafetsizligi Türkçenin yetersizligine bağlayarak biraz söylendikten sonra tekrar Nuvel Eloiz'i aldı.
Dinleyiniz, dinleyiniz! Daha bitmedi. Sokrat ne diyor, bilir misiniz? Diyor ki, "Kadın her türlü fenalığın kaynağıdır." Aristofan da, "Dünyada kadınlar kadar idaresi müşkül mahluk yoktur, ne deliler, ne de canavarlar onlar kadar kaçmak gereken varlıklar olamaz!" demiş.
67 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.