"Ona çok şey anlatıyordum ama yine de ne çok şeyi bilmiyordu.
Anlatamadıklarımı, sözlere dökülemeyeni,onu nasıl bir aşkla sevdiğimi, hayır, aşkların, tutkuların, isteklerim dışında, nasıl bir sevgiyle bağlandığımı..."
"Belki de insanın kendi yüzünü anlaması imkansızdır. Belki de bunun nedeni yalnız yaşamamdır. Topluluk içinde yaşayanlar kendilerini aynalarda, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin böyle çıplak olması acaba bu yüzden mi?"
"Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba çünkü böyle demişlerdi. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler atfedilmesine şaşıyorum aslında. Bir toprak parçasına yahut bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu."
"Nesnelerin insana dokunmaması gerekir çünkü onlar canlı değildir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız: Yararlıdırlar, işte o kadar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan gibi..."
"Bu neşeli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu insanlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Tanrı aşkına, hep birlikte aynı şeyleri düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar."
"Sık sık düşünen biri olmadığımdan, farkına varmaksızın, içimde bir yığın ufacık başkalaşım birikir ve sonra günün birinde gerçek bir devrim ortaya çıkar. Hayatıma tutarsız, çelişik bir görünüş veren de budur. "
"Bütün bu insanlar memnuniyetlerini bildirmekle ve aynı fikirde olduklarını söyleyerek vakit geçiriyorlar. Tanrım, hep beraber aynı şeyi düşünmenin ne anlamı varsa."