Oluştan önce, olmayıştan bile önce, hava yoktu, yoktu gökkubbe.
Nefes alan neydi peki? Ve nerede? Ve kimin emriyle? Ve su
var mıydı bitimsizcesine derin?
Ölümden önceydi bu ya da ölümsüzlükten. Bölünmemişti
gün ve gece, ama nefes alış veriş vardı içgüdüsel olarak, rüzgarsız nefes alış veriş ve dahası değil.
Öyle karanlıktı ki görünmüyordu karanlık, karanlıkta. Suyun
hiçbirşey yoktu her yerde olduğunu gösterecek. Ve bir örtüydü boşluk
sıcaklıktan çıkmış Oluş’un üstünde.
Deldi geçti Oluş’u arzu, zihnin ilk tohumu ve bilge şair azizler
yokladılar kalplerinde, olmayıştaki oluşun düğümünü,
ve bu ipi, gerdiler onlar… ne? Var mıydı yukarı? Aşağı?
Tohum saçıcılar vardı ve doğurgan güçler, itki yukarı ve
erke aşağı,
ama kim bilebilir gerçekten ve söyleyebilir burada? Nereden geldi bu
yaradılış? Sonradan geldiler tanrılar, kim bilebilir öyleyse, kaynağı?
Kimse bilmiyor yaradılışın kaynağını. Kendinden doğdu o. Ya da doğmadı. Yüce
göklerden aşağı bakan bilir. Ya da bilmez belki.
(Hindular’ın kutsal kitabı Rig Veda’dan (Bilgi Şiir) bir bölüm)
Çeviren: Ulaş Başar Gezgin
Kaynak:
Barnstone, T. (2003). Literatures of Asia: from Antiquity to the Present. Upper Saddle River, NJ: Prentice Hall. s. 12-13.