Renksiz

Renksiz
@Renksizgunce
"lakin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan." -Sadık Hidayet
çoğu insan, yaşamın bir hayalden ibaret olduğunu düşünmüştür. bu his, benim de peşimi bırakmıyor. canlı ve meraklı duyularımızın kısıtlı sınırlarını düşününce, tüm enerjimizin salt ihtiyaçlara aktarıldığını gördükçe -ki bunun da sefil bir varoluşu sürdürmekten öte bir yararı yok- ve sonra da araştırmalarımızın sonunun pasif bir boyun eğmeden daha fazlası olmadığını, hapishane duvarlarımızı parlak şekiller ve ışıltılı manzaralarla süsleyerek mutlu olduğumuzu düşünüyorum.
Sayfa 17 - 22 MayısKitabı okudu
Reklam
Sömürülenler
keşke acı çekişini görmesine izin verebileceği bir arkadaşı olsaydı. savunmasız gösterebilseydi ona kendini. bir an ona yaslanabilseydi. "çok yorgunum", diyebilse, bir an dinlenebilseydi. tanıdığı onca adam arasında, şu anda yanında bulunmasını isteyecek biri var mıydı?
Sayfa 293Kitabı okudu
sanki bir ses, acıya gerek yok, diyordu. o halde neden acıların en büyüklerini ACININ KAÇINILMAZLIĞINI KABUL ETMEYENLER çekiyor? sevgiyi ve neşenin sırrını elinde tutan bizler neden buna mahkum ediliyoruz ve bizi mahkum eden kim?
Sayfa 101Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sağlam Lokomotif
ama bazen de, tıpkı bu gece olduğu gibi birdenbire garip bir boşluk hissediyordu. boşluk değil de, bir sessizlik. umutsuzluk değildi o. hareketsizlikti. sanki içinde hiçbir şey mahvolmamış ama her şey durmuş gibi. o an için dışarıda neşelenecek bir şeyler bulmayı istiyor, şahane bir şeyin karşısında seyirci olmaya hevesleniyordu. o şeyi yapan kendisi olmayacaktı ama kabullenecekti. başlatmayacak ama cevap verecekti. yaratmayacak, hayran olacaktı. devam edebilmek için buna ihtiyacım var, diye düşündü. neşe insanın benziniydi.
benim acı özetim
Belirli bir kışkırtma yokken bile, olmayan tehlikeleri aradığım huzursuz bir endişe hali içindeyim; bu durum benim için en ufak dertleri sınırsız derecede büyütüyor ve insanlarla ilişkiyi çok zor hale getiriyor.
Reklam
Onlar da "bizim ekonomimiz çok güçlü" diyorlarmış.
Dış yatırım sermayesi ülkeye akmaya başlayınca onlar bunu doğal olarak rejimin istikrarına yordular. ülkeye giren her pesoya karşılık iki pesonun faiz olarak elden gittiğini görmezlikten geliyorlardı. Büyük çapta tüketim malı ithalatıyla ezilen ulusal endüstrilerin hemen hepsi kapanmaya, şirketler iflas etmeye başlayınca bu insanlar, "Brezilya sobaları, Tayvan kumaşları, Japon motorsikletleri bizim ülkede üretilenlerden üstündür," demeye başladılar. Ancak, üç yıl süren millileştirme döneminden sonra madenlerin ihaleleri gene Kuzey Amerika firmalarına verilmeye başlandığı zamandır ki bunun ülkeyi kağıda sarıp hibe etmek anlamına geldiğini söyleyen birkaç ses yükseldi.
Sayfa 483Kitabı okudu
Tanıdık geldi mi?
İsa Mesih vergi tahsildarını, belki de halkın soyguncusunu davet ediyordu. Ve tahsildar İsa'nın birkaç kelimesinden sonra işini bırakıyor, rahat olduğu yerden feragat ederek İsa'nın peşinden gidiyordu. İsa'nın havarisi oluyor, İncil'in vaizi oluyordu. Tahsildar; küçük ve kirli kazançların insanı, İncil'in havarisi oluyor. Bizdeyse ne korkunç bir saçmalık var! HAVARİ UNVANINI TAŞIYANLARIMIZ TAHSİLDARA DÖNÜŞÜYOR!
Sayfa 159Kitabı okudu
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorları.
"Tanrı'ya inanıyor musun?"
Vittoria uzun süre sessiz kaldı. "Bilim bana Tanrı'nın mutlaka var olması gerektiğini söylüyor. Aklım bana Tanrı'yı asla anlayamayacağımı söylüyor. Ve kalbim bana mutlaka anlamam gerekmediğini söylüyor."
Bir Dua
tanrım, hiçbir zaman çok uzak olma benden! ama çok yakınımda da olma! bırak seyredeyim giysinin eteğindeki yıldızları! ama yüzünü gösterme bana! bırak duyayım akıttığın ırmakların gürültüsünü, ağaçlarda estirdiğin rüzgarı, doğurttuğun çocukların gülüşmelerini! ama tanrım! tanrım! senin sesini duymama izin verme!
Sayfa 365Kitabı okudu
Reklam
ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri. daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde zorlanırız. hep kendi sesimizi duymakta gına gelmiştir... kısa keseriz... vazgeçeriz... otuz yıldır konuşup duruyoruz zaten... haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz. kendimizden iğreniriz. azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile. yeniden bir şeylere ilgi duymak için başkalarının önünde takınacak başka surat ifadeleri bulmak gerek. ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. eveleyip geveleriz. onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, söz gelimi o küçük şarkısı bir şubat akşamı ebediyen susan Bois-Colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesinde eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür.
Sayfa 528Kitabı okudu
Yeryüzünde hiçbir şeyin yeri yok. Oradan oraya yürümelerim, gezinmeler, bir yerde ayakta dikilerek sonsuza kadar durma kalma, kendini sabitleme ve artık oraya ait olma, oranın olma, oranın ayrılmaz parçası olma denemelerimin hepsi boşa çıktı.
kırgın değilim. gördüm ve önümdekinden başka bir şeyim olmadığını anladım. önümdeki bir parça zaman, farkına varabildiğim kadar.
çoğu kişiyi biz mutsuzluklarını ellerinden alarak mutsuz kılarız.
gerçekten de onun kendi mutsuzluğu içinde mutsuz olduğunu söyleyebilirim, ama mutsuzluğunu ansızın kaybedecek ya da bir anda mutsuzluğu elinden alınacak olsaydı, daha da mutsuz olurdu, bu da öte yandan onun aslında mutsuz olmadığının,mutsuzluğu nedeniyle ve mutsuzluğu ile de olsa mutlu olduğunun kanıtı olurdu, diye düşündüm.
deli olduğumu düşünüyorlardı çünkü ben tarladaki ineklere benzemiyordum. varsınlar deli sansınlar beni! deliydim tabi ki! sizi cahiller, sizi salaklar, sizi ahmaklar! düşünceleriniz beni zerre kadar ilgilendirmiyor. onlara o kadar yakın olmak iğrendiriyordu beni. pataklamak istiyordum onları, teker teker, ağızları burunları kan içinde kalıncaya kadar. içimden o melankolik ve yılgın gözlerini başka tarafa çevirmelerini bağırmak geliyordu çünkü yüreğimdeki yarayı kanatıyorlardı; içinden ölülerinin arka arkaya çıkıp hayatlarının buruk acısını sergiledikleri açık bir yara, bir mezar, bir delik.
Reklam
Ona sokulup kendini kollarının sıcak şefkatinde kaybettiğinde parmak uçları bile ağlıyordu sanki.
Sayfa 162Kitabı okudu
Her şeye, herkese sadece katlanıyordum. Sokağa adımımı atar atmaz, kendimi bir yığın muvazaanın, gafletin esiri görüyordum ve bulunduğum yerden, yaptığım işten gayri her yer, bana erişilmez şekilde güzel ve harikulade görünüyordu.
Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Balkona yorgun çamaşırlar asmayı Ki uçlarından çile damlardı. Güneşte nane kurutmayı Ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım.
basitlikteki en en derinliği hissettiniz mi?
"Sonunda bir gün yanıma gelip durdu. Ağır ağır doğruldum. Başını uzattı. Sarıldım, gözlerini öptüm; sonra iki elimle boynunu sıkıp öldürdüm. Toprağa düştü. Arkama bakmadan ayrıldım oradan. Gündüzleri yürüdüm, geceleri yattım.”
"Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de...Aklınızı kazanmak, hak etmek gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman düşünebileceksiniz."
"Eğer yalnız ve mutsuzsan, o zaman güzel havalarda, çatıdan gökyüzünü seyretmeyi dene. Gökyüzünü korkusuz seyrettiğin sürece içinin temizliğinden emin olacak ve tekrar mutlu olacağına inanacaksın."
Reklam
“neredeyse unutulmuş insanlar: İrkilmeyle ya da yinelenip duran bir düşün gerçek dışılığıyla anımsanan bir soy.”
“Şimdi kapılar savrularak açılmaya, koridorlarda sesler yankılanmaya, duvarlarda ışıklar titreşmeye başlayacaktı. Şimdi taş peteklerde ihtiraslar kilden formlar içinde dolaşacaktı. Gözyaşları ve tuhaf kahkahalar olacaktı. Gölgeli tavanların altında vahşice doğumlar ve ölümler yaşanacaktı. Ve düşler, ve şiddet, ve hayal kırıklıkları. Ve yakında alev yeşili bir şafak sökecek. Ve sevgi isyanını haykıracak! Çünkü yarın başka bir gün…”